Kalkınmanın sefaleti refahı, esenliği nüfusa bölüp bilmem ne göstergesi ile çarpmasından geliyor. Ubuntu insanı, diğer insanlarla, doğa ile, hayvanlar, ormanlar ile birlikte anlıyor. Ayırmıyor, parçalamıyor. Yetmiş iki millete bir gözle bakıyor, kendini dağlar ile taşlar ile seher vakti kuşlar ile çağırıyor. Ubuntu Güney Afrika dillerinden gelen bir kelime lakin biz onu az buçuk Yunusçamız’la kolayca anlayabiliriz.
Bir tek husus var Yunusça’yı da Ubuntu’yu da tehdit eden. Kavramların içinin boşaltılması popüler bir cazibe ile kendi anlamlarının hilafına istihdam edilmesi. Mesela Ubuntu bir işletim sistemi ismi olarak değil de çok uluslu bir endüstriyel tarım şirketinin adı olarak karşımıza çıkarsa şaşırmayın, ya da bir elmas, altın ya da petrol şirketinin daha beterini söyleyeyim (anmasam iyiydi) bir silah şirketinin mesela. Uluslararası kuruluşların bitmek bilmeyen gündemlerinde mottolaşabilir, renkli banner’lara yazılabilir, filmleri, belgeselleri çekilebilir. Tüm bunlar Ubuntu’nun özündeki birlik vurgusuna hizmet ettiği müddetçe sevinçle karşılanmalı ama parçalayan, ayrıştıran, bölen, istismar eden bir güce dönüşürse orada dikkat kesilmeli işte.
Aşağıda Ubuntu ile ilgili Güney Afrikalı profesör Lesley Le Grange’ın kaleme aldığı bir makalenin çevirisini bulabilirsiniz. Umarım faydalı olur.
UBUNTU
Ubuntu Güney Afrikalı bir kavram, insaniyet demek. İnsanlık hem bir olmak durumuna hem de bir oluş haline işaret ediyor. İnsanın kendisini diğer insanlarla dahası insandın dışında kalan doğanın diğer bütün unsurları ile ilişkisi içinde anlamanın peşinde. Başka bir ifadeyle insan oluş süreci evrendeki diğer insanlara bağlı olan bir süreç. Dahası Ubuntu insanoğlunun batılı gelenek içinde tanımlandığı gibi atomize olmuş, birbirinden yalıtılmış bireylerden fazlası olduğunu sosyal ve biyofiziksel ilişkiler ağının içinde var olduğunu söylüyor. Ubuntu kelimenin tam anlamıyla hümanist değil çünkü insanı tek başına değil diğer varlılarla ilişkili olarak anlıyor ve insan oluş haline atıfta bulunuyor.
Ubuntu sözcüğü Sahranın güneyinde kalan çeşitli Afrika dillerindeki meşhur ifadeler ve aforizmalardan geliyor. Güney Afrika’da Zulu, Ndebele ve Koza halklarının konuştuğu Nguni dillerindeki Umuntungumuntungabanye Bantu sözcüğü bir kişinin insanlığının en iyi diğer insanlarla ilişkili olarak anlatılabileceğini öne sürer öte yandan kişiliğin gerçek bir ifadesidir; “Ben ancak Biz olduğumuz zaman Ben olurum”. Botho ifadesi ise aynı ifadenin Sutu Tswana dillerindeki muadilidir. Ve Mothokemothokabathobabang deyiminden gelir. Ubuntu insanın çekirdek unsurlarından biridir. Zulucada insan umuntu, şunlardan oluşur, umzimba (beden, şekil ve et) Umoya (nefes, hava ve hayat), umphefumela (gölge, can ve ruh), amandla (hayatiyet, kuvvet, enerji), inhliziyo (kalp, duygusal merkez), umqondo (baş, beyin, zeka), ulwimi (dil ve konuşma) ve ubuntu (insanlık). Bununla birlikte Ubuntu sadece dilsel bir kavram değildir aynı zamanda bizim diğer insanlarla ilişkilerimizin nasıl olması gerektiğini ve diğerlerine karşı yükümlülüklerimizi belirleyen normatif yan anlamlar da içerir. Ubuntu öteki insanlara karşı özenli olmak yükümlülüğümüzün olduğunu söyler çünkü eğer başkaları zarar görürse biz de zarar görürüz. Bu yükümlülük tüm hayatı kapsayacak şekilde genişler çünkü evrendeki herşey birbiriyle ilişkilidir: doğaya zarar verirsem ben de zarar görürüm. Tüm diğer Afrikalı kültürel değerler gibi Ubuntu da sözlü olarak ve geleneğin içinde sürer, anlamı kültürel uygulamalara ve Afrika halklarının yaşam deneyimlerine sinmiştir. Kolonizasyon böylesi kültürel değerleri aşındırmış ve silmiştir. Buna rağmen post kolonyal Afrika’da Ubuntu ve muadilleri kolonizasyonu ortadan kaldırmaya yönelik projenin bir parçası olarak yeniden hayat bulmaktadır aynı zamanda da sosyal adaletin gerçekleştirilmesini ve çevrenin sürdürülebilirliğini tehdit eden kalkınmanın hâkim anlayışlarına karşı küresel bir alternatif olarak da artan bir ilgiye mazhar olmaktadır. Örneğin Güney Amerika’da Afrika kökenli bazı gruplar Ubuntuyu canlı yaşam anlayışına daha inceltilmiş bir anlam katabilmek için canlandırmaktadır.
Ubuntu bir insanın kendi gerçek benliğini başkalarını istismar ederek, aldatarak onlara karşı haksız davranışlar içine girerek gerçekleştiremeyeceği düşüncesini ifade eder. Oynayabilmek, duyguları harekete geçirebilmek, hayal etmek, düşünmek, muhakeme edebilmek, eserler ortaya koyabilmek, çevresini yönetebilmek öteki insanların varlığı olmaksızın mümkün değildir. Ubuntu bu yüzden insanlar arasında ve insan ve insan dışında kalan varlıklardan oluşan dünya arasında bir dayanışmayı resmeder. Ubuntu dünyadaki sosyal hareketlerin temel ilgi alanı olan çevrenin sürdürülebilirliği ve sosyal adalet mücadelesinde insanlar arasında dayanışma inşa edebilmek için ilham vericidir. İnsanın özgürlüğü ve yaratıcılığının ancak diğerlerine zarar verdiği yerde sınırlanabileceğini söyler. Ubuntu yaşamı engelleyen değil geliştirmeye hizmet eden, tüm varlıklarda içkin olan gücü açığa çıkarır. Birleştiren, üretken, şefkat ve özen doğuran bir kuvvedir. Tüm sosyal hareketlere ilham verecek bir çoğul güç kaynağıdır. Bu tarz bir güç empoze eden, bölen, parçalayan, kolonize eden, tahakküm kuran ulus üstü kuruluşların, hükümetlerin, orduların ve şirketlerin dünyasında geçerli olan güçten farklı bir şeydir. Böylesi bir güç Ubuntu’yu aşındırır ve ortadan kaldırır.
Ubuntu’nun dönüştürücü potansiyeli 21. Yüzyıl’da insanlığın karşı karşıya kaldığı insanlar arasında artan eşitsizlik, yaklaşan çevresel felaketler, insanlığın yeni teknolojilerle insan olmanın anlamını belirlemenin güçleştiği bir ölçeğe varan karşılıklı bağlantılığı gibi bazı temel tehditlere yönelik alternatif okuma biçimleri geliştirmekte bize yardımcı olur. Teknolojiyle olan bu bağlantılılık konusunda Ubuntu bize insanlığı onaylamanın öneminden bahseder. Bunu insanı diğer varlıkları insan-dışı ilan edecek bir biçimde tanımlayarak yapmaz. Yeni teknolojilerin henüz filizlenen bağlamı içinde insan olmayı tanımlayacak bir süreci harekete geçirir. Dünyadaki eşitsizlikleri çözümlemek için sadece insanı merkeze alan/insan merkezli bir çaba içine girmek yerine ekolojik krizle mücadeleyi insan dünyasının sınırlarını geri kalan tüm varlığı da içine alacak biçimde genişleterek yürütmeyi önerir, bu ise çevre merkezli bir yaklaşımdır. Ubuntu insan-merkezli ve çevre merkezli yaklaşımlar tarzındaki ikiliği aşarak dönüştürücü bir güç kazanır. Ubuntu’ya göre insanlar arasındaki rabıta evrenin mikrokozmozu düzeyindeki bir bağ olarak görülmelidir. İnsana ya da toplumdaki diğer insanlara karşı bir ilgi ve bakım doğada insan dışında var olan diğer varlıklara yönelik bir özenle tezat teşkil etmez. Ubuntu basitçe insan merkezli ya da çevre merkezli kategorilerine bu yüzden indirgenemez. İnsani özne, toplum, doğa birbirine ayrıştırılamaz bir biçimde bağlıdır. Bir alandaki yaraları sarmak diğer tüm boyutları sağaltmak anlamına gelir aynı şekilde birinin yarası da diğer tüm yaralarda kanayacaktır. Bireysel özgürlükler, toplumsal adalet ve çevrenin sürdürülebilirliği için gösterilen çabalar tek bir mücadelenin parçalarıdır.
Ubuntu’nun iki potansiyel sınırından bahsedebiliriz. Kavramın daraltılmış etnosentrik bir şekilde yorumlanması politik olarak ötekilerin dışlanmasına yol açabilir. Bununla Post-kolonyal Afrika’da iktidarı elde eden bir gurubun Ubuntu’yu taşıdığı anlamın hilafına sadece kendilerine ait olduğunu iddia ederek herhangi eleştirel bir sorgulamaya kapatmasını kastediyorum. Öte yandan Ubuntu dar bir hümanizme indirgenerek son zamanlarda Güney Afrika’da yaşanan yabancı düşmanlığında olduğu şekliyle bazı sertliklere varabilir. İkinci husus da kavramın popüler cazibesiyle ilgilidir. Kavram ulusüstü kuruluşlar, hükümetler ve şirketler tarafından kendi gündemlerine uydurularak ya da otantik anlamından boşaltılıp batının kültürel arşivi içinde asimile edilerek batılı bir anlama biçiminin tahakkümüyle “ehlileştirilebilir”.
Bir cevap yazın