MASAL GERÇEKLİĞİ-II

Dr. Yasin Şen masallara dair esaslı bir kuramsal tartışmayı sürdürüyor. Masalı hafife alan “gerçeğin”  bir 20. yüzyıl icadı olduğunu ve içinde pek az hayal barındıran, fazla nesnel, basık ve sınırlı bir gerçeklik olduğunu öne sürüyor. Bu dogmatik gerçekliğin gerçek-hakikat sonrası tarafından delik deşik olduğu ve aşırı görselliğin muhayyilelerimizi tahakküm altına aldığı günümüzde aslında bu inşa edilmiş, muteber “doğrular, gerçekler ve nesnellik” de bir masala dönüşüyor. Aslında her gün gazeteler, televizyon kanalları, belgeseller, reality şovlar büyüklere yeni masallar anlatıyor. Kahramanları ve kazananları baştan belli masallar.

Oysa Masallar başka bir zaman ve mekan tahayyülünden geliyor, kahramanlar ise hep aslında kaosu kosmosa dönüştürmek yani fitneyi ıslah etmek için kılıçlarını yedi başlı ejderhaya sallıyor, atlarını bilinmezlik vadisine sürüyor. Masallar bilinçaltımızdaki ötekiyi yedi başlı ejderha, devler, tepegözler olarak resmettikçe mağaraların dehlizleri daha çok canavarı saklıyor. Yasin Şen’in makalesi masalın zamanını, mekanını, sembolizmini ve gerçekliğini tartışırken bugün gerçek dediğimiz şeyin sınırlarına dair derinlikli bir tefekkür için de bizi adeta kışkırtıyor.

Dr. Yasin Şen
ABAD Blog için yazdı.
07.11. 2021

Masalda Zaman ve Mekân

Bizi bu türden düşüncelere sevk eden hususların başında masallarda zaman ve mekân kavramlarının çok işlevsel bir biçimde kullanımı gelir. Masallarda zaman ve mekân dinamiktir. Zaman, bu metinlerde çok ağır bir şekilde ama kararlı olarak geleceğe doğru bir seyir takip eder. Masallarda geçmişi ve geleceği bütünleyen bir zaman idraki söz konusudur.

Masallardaki mekân irfanî metinler açısından bakıldığında çok karakteristik bir özellik göstermektedir. Bir masal mekânı vardır. Bu mekân kahramanın yolculuğunun ve şahsiyetinin etrafında bir anlam kazanır. Kahraman yolculuğa çıkarıldığında masalın mekânı çok soyut ve silik bir özellik göstermeye başlar. En tipik örneklerine bakacak olduğumuzda bu metinlerde kahramanın karşısına çıkmayacak, ona yardım etmeyecek hiçbir şeyin ve mekânın söz konusu edilmediği çok net bir biçimde görülür. Bu sebeple masallarda zamanın ve mekânın tamı tamına kahramanın yolculuğuna anlam katmak üzere şekil aldığını görmekteyiz. Bu psikolojik, aynı zamanda insanlığın tümünü ilgilendiren bir zaman ve mekân işleyişidir. Masallara gösterilen bitmez tükenmez ilginin temelinde kanaatimce -görünüm ne kadar değişirse değişsin- insanın arayışını çok iyi resmeden bu işleyiş yatmaktadır.

Masalda en önemli husus kahramanın yolculuğudur. Fakat ondan daha öncelikli kıymete sahip olan kahramanın bizzat kendisidir. Masal kahramanı düzenin, iyiliğin kısacası kozmosun temsilcisidir. Kahraman her zaman iyidir. Yolculuk onun bu iyiliğini ispat etmek üzere gerçekleşir. Kozmosun karşısında ise bizzat kaos vardır. Kaos kötülük, düzensizlik demektir ve masallarda cadılarla, devlerle, perilerle ve kötü insanlarla temsil edilir. Fakat kötülük haddi zatında yoktur ve masalın nihayetinde de yok olucudur. Bu yüzden kötülük ve kötüler, masallarda iyinin ve iyiliğin alternatifi değil onları ortaya çıkaran, güçlendiren işlevsel kavramlardır. İşlevini bitirince her kötülük ve her kötü ortadan kalkar veya dönüşür. Onlar artık masalın nihayetinde anılmazlar. Muradına erenler daima iyilerdir. Kötülük kaostur. Masal ise kozmosu, iyiliği, düzeni gerçekleştirmek için anlatılır.

Masallarda kahramanın yolculuğuyla birlikte zaman ve mekân belirmeye başlar. Öyle ki, bu mekân bizim içinde bulunduğumuz mekân, zaman ise içinde bulunduğumuz şimdidir. Bu gelecekte masal tekrar anlatıldığında da böyle olacaktır. Masal geçmişte yaşanmış bitmiş herhangi bir hadiseyi değil içinde bulunduğumuz ânı da içine alan geniş bir zaman dilimi içerisinde cereyan eder. Biz biliriz ki, okuduğumuz veya dinlediğimiz sözler geçmişte anlatılmış, gelecekte de anlatılacak, okunacaktır. Bu durum bizi “ân” dediğimiz bir kavrama yaklaştırır. Kanaatim o ki, masalın bu zaman anlayışı, başka bilgelik metinlerinde de değişmeyen bir zaman anlayışıdır. Bu metinlerin gücünün bir kaynağı da burasıdır.

Değişmeyen zaman derken insanın parçalanamayan bir ana sığdığı, zamanın bütün boyutlarını içine alan bir ânı kastediyoruz. Aslında insan biriken zaman demektir. İnsanın hareketi ve zevâli zamanın varlığını zaruri kılar. İnsan aradan çıktığında zamanın herhalde hemen hiçbir kıymeti kalmaz. Böyle düşündüğümüzde insanda zamanın bütün açılımları mevcuttur, diyebiliriz. Bununla insandaki zaman kavramının durağan değil oldukça dinamik olduğunu anlatmak istiyoruz.

Masallarda da zaman durağan değil dinamiktir. “Bir varmış bir yokmuş…”, “Evvel zaman içinde kalbur zamanda içinde…”, “Develer tellal iken pireler berber iken…” gibi masalın başlangıç formelleri donup kalmış bir geçmişi değil zamanın hareketini, bu hareketteki o çok hareketli mânâyı dile getirmektedir.

Masallarda Sembolizm

Burada bu hususta karşımıza çıkan ve en çok dikkat çeken şeylerden biri masalın sonunda takdim edilen üç elmadır. Bu üç elma birer semboldür. Sembol demek dilin zamana tahakküm etmesi ve onun geçip gidenin kıyıcılığı karşısında suyun üzerine çıkması, dilin çok kırılgan, değişime açık şekil ve kelime yapısına rağmen anlamı koruması, koruyabilmesi demektir. Sembol bir dilin başarısıdır. Ne olursa olsun, nasıl karşılanırsa karşılansın sembolik bir anlatım geliştirebilmiş her dil zamana hâkim olmuş demektir. Çünkü anlam sembolün özünde muhafaza edilir. Semboller tabiatları gereği çözümlenmeyi beklerler. Her bilinmez insanı cezbettiğine göre semboller de her devirde canlı ve çekici olmayı başarırlar.

Masallar sembolik metinlerdir ve birçoğu bugün yerli yerince bir yorumdan mahrumdur. Kimse onları tamı tamına anladığını ve çözümlediğini iddia edemez. Bu satırların yazarı da dahil… Çünkü masalın dilini henüz çözemedik. Bu konuda yeterli bir ilginin ve bilginin olduğunu da söylemek mümkün değil. Masal, kolektif olarak çözümlendiği güne kadar içindeki bilgeliği saklamaya devam edecektir.

Masalı Anlatmak

Burada okunan masalla anlatılan masal arasında da belirgin bir farkın oluştuğunu söylemek isteriz. Anlatılan masal, capcanlıdır ve zamanlar üstü bir güce sahiptir.  Çünkü masal insan hafızasına emanet edilir. Onlar insan hafızasında korunur, yeni dinamikler kazanır, beslenir, çeşitlenir ve nihayet geleceğe aktarılır. Yazıya geçen masal ise yazıldığı zamanla kayıtlanmıştır. Halbuki masalın gücü onun varyantlarının teşekkülünü gerekli kılar. Diyelim on masalınız varsa ve bunun yanında yüz tane varyantınız oluşmuşsa bu bir dilin, türün ve kültürün başarısıdır. Çünkü masal defalarca anlatılmış, yorumlanmış, yok olmamak için dönüşmüştür. Dolayısıyla her varyant bir masal başarısıdır.

Masal anlatmaya ve içselleştirilmeye en uygun edebî türlerden olduğu gibi varyantlaşmaya da en müsait türlerin başında gelir. Bunun sebebi masalın anlatılmasıdır, dedik. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi masalın anlatılması onun yeniden üretilmesi demektir. En azından masalın anlamı için bu böyledir.

Masalın anlatılması ve giderek varyantlaşması onun geleceğe doğru genişlediğini de ifade eder. Anonim olarak değerlendirilen, sözel kültürde yaşayan ve beri yandan irfanî metinlerin tamamına yakını böyledir. Onlar yeniden yorumlanmak üzere geleceğe taşınırlar. Onlar anlatılmaya veya yorumlanmaya başlandığı andan itibaren içinde bulunduğumuz zamanın ürünüdür artık.

Edebî metinlerin geleceğe doğru açılımı, türlerin dinamik, canlı ve nihayet mesaj taşıyıcısı olması demektir. Bunun en bariz ifadesini dinlediğimiz bir türküde veya şarkıda hissederiz. Masaldaki irfân, anlatıcı ve anlatım sayesinde şimdiye taşınırken mûsikî formlarında bu ezgiyle yapılır ve etkileri daha belirgin ve çabuk olur.

Masalın Kaynağı

Masalların kaynağı hakkında bazı sınıflandırmalar yapılmıştır. Biz bunların yanı sıra irfanî öğretinin bu ürünlerin kaynağı olabileceği fikri üzerinde durmak istiyoruz. Bu tasnif ve tarif çalışmalarında dikkatimizi çeken hususlardan biri masalların sadece belli ölçülere göre sınıflandırılmasıdır. Söz gelimi hayvan masalları, asıl masallar gibi… Bunlar sonuçta itibarîdir ve bizim yapmak istediğimiz bunun dışındadır.

Bir masalda işlenen bilgelikten amaç bilginin bir hâl olarak yaşanmasıdır. Bu, metni dinleyenden istenen ve beklenendir. Aksi hâlde “Bu masal şunu anlatıyor!” demenin bu bağlamda pek bir kıymeti yoktur. Hatta bazı durumlarda bilginin muhatabı ve layığı olmayan kimseler tarafından metne zarar verilmesi ve bu kişilerin idrakinin çok üzerinde bir durumla, bilgi ve hâl ile karşı karşıya bırakılması işten bile değildir. Masallardaki bilgelik anlaşılmadığı zaman ortaya anlaşılmamış, bağlamından çok başka bir yerde değerlendirilen fiktif metinler yığını çıkmaktadır. Bu durumda zaten dinlemekten usanmadığımız bu hikâyelerin neden teşekkül ettiği, niçin anlatıldığı ve tekrar tekrar neden dinlenildiği sorularına cevap veremeyiz.

Masalın Türk kültüründe farklı bir muhteva ile değerlendirildiğini ve yorumlandığını yukarıda nispeten ifade etmiştik. Türk Edebiyatında, İbn Sînâ masallarının bazı nüshalarının “Esrâr-ı Hikmet” ve “Gencîne-i Hikmet” şeklinde adlandırılışı da bunu göstermektedir. Kanaatimizce bu isimlendirmeler ya görmezden gelinmede ya da üzerinde pek durulmamaktadır. Hikmet sırları, hikmet hazinesi gibi anlamlara gelen bu başlıklar masalların bilgelikle, irfanî birikimimizle ne kadar yakından ilgili olduğunu göstermeye yeter.

Bazı araştırmalarda masalların evrensel bir özellik taşıdığına dikkat çekilmektedir. Biz bunun da masal-hakikat ilişkisinden doğmuş olabileceğini, çünkü hakikat arayışının ve hakikat yolculuğunun evrensel bir değer olduğunu düşünüyoruz. Söz gelimi Taoculuğun temel umdeleriyle İbn Arâbî’nin eserlerinde karşımıza çıkan ortak irfânî unsurların kaynağı her ne ise, masallarda karşılaştığımız arayışın ve insana yönelik temel yaklaşımın sebebi de bizce odur.

Bugünkü edebiyat tarihçiliği, masalların ve hikâye başlığı altında değerlendirilen bazı metinlerin, insanın bilgelik arayışını dışarıda bırakan daha başka sebeplerle yazıldığını söylemektedir. Bu değerlendirmelerdeki masalların kaynaklarına ve içeriğine dair tespitler oldukça karmaşık ve belirsizdir. Mesela “masal ülkesi”, “tabiatüstü varlıklar”, “uydurma”, “hayal mahsulü” gibi kavram ve ifadeler masalın tam mânâsıyla ne olduğuna dair açık bir fikir verememektedir. Ayrıca bunların insanları eğlendirmek ve bir şeylere inandırmak maksatlı anlatılar olduğunun söylenmesi özellikle masalın kökeni ve temsil kuvveti açısından düşündürücüdür.

Pertev Naili Boratav masalı tanımlarken şöyle der: “Masal, nesirle söylenmiş, dinlik ve büyülük inanışlardan ve törelerden bağımsız, tamamıyle hayâl ürünü, gerçekle ilgisiz ve anlattıklarına inandırmak iddiası olmayan kısa bir anlatı diye tanımlanır.”[1]

Boratav’ın bu tanımlamasında bizce tashih edilmesi gereken birkaç nokta var: Masalın “gerçek”le ilgisinin olmadığı söylendiği takdirde bahsedilen gerçekliğin 20. Yüzyıl’a has bir durum olduğu belirtilmelidir. Masalın inanışlardan bağımsız olduğu bizce tashih edilmesi gereken bir başka husustur. Masalların tamamıyla hayâl ürünü olup olmadığı konusunda pek bir şey denemez, ama onların hayâli bir zenginlik kaynağı olarak kullandığı, bundan hareketle insanın iç âlemine, çok şahsî bir hakikat algılayışına hitap ettiğini düşünmekteyiz. Bunlar mesajı dinleyene veya okuyana ulaştırma bakımından önem arz eden metinlerdi. En azından bu metinlerin hitap ettiği kişiler “seçkin” kimselerdi. Binbir Gece Masalları, Kelile ve Dimne gibi metinlerin hükümdârlar için yazılıp okunduğunu düşünecek olursak bunu biraz daha açık bir biçimde ifade etmiş oluruz.

Bir masalın tamamen “uydurma” olduğunu söylemek -velev ki bu masalda belirtilmiş olsun- bizce masal araştırmalarının en dogmatik ve açıklanması güç tarafıdır. Ayrıca masalın “uydurma” olduğunu söylemek onların belli ölçülerde karşımıza çıkan temsilî, sembolik veya alegorik yönünü görmezden gelmek demektir. Bizce bu husus da bir gizlemedir. Manayı örtmek hatta ters yüz etmektir. İdraki gelişmemiş olanlara hakikati kapatmaktır. Ayrıca şunu da söylemek mümkün: Masal metinlerinde muhtevanın “uydurma” olarak ifade edilmesi bu türün karakteristik yapısına da uygun düşmektedir. Ama arzulanan ve hedeflenen, masalın böyle kabul edilmesi değildir. Meselin/masalın çözümüdür.

Bir de akla şöyle bir soru geliyor:

Eğer masallar gerçekten uydurma metinlerse neden yüzyıllardan beri bazen korunarak, bazen değişerek, çoğu zaman da çeşitlenerek günümüze kadar gelebilmiş, millet şifâhî olarak onları ısrarla yaşatmıştır? Bizce masalları “uydurma” metinler kabul edenlerin yorumunu tekrar düşünmemize sebep olan en önemli nokta burasıdır. Masalların “uydurma” olduğuyla ilgili bir yorum, günümüz edebî metinleri için bir değer yargısına sahip olabilir. Çünkü edebî değerden mahrum roman ve hikâyeler zamanla unutulmakta, adeta hiç yazılmamışa dönebilmektedir.

Peki, masallar unutulmuyor mu? Bugün bir edebî metin okuyucusu olmadığı zaman kaybolur ve yoklara karışır. Halbuki gelenekli anlatılar ve özellikle masallar değişirler hatta dönüşürler. Gelenek, talep eden olduğu müddetçe tahkiyenin imkânlarını kullanarak o çok sakındığı bilgeliği ve bilgiyi masallar, temsiller aracılığıyla ve çoğu zaman değiştirerek yeni nesillere aktarmaktadır. Talep eden olmadığında bu bilgi, kültürün derinliklerinde yitip gider. Bu açıdan masalın tükenişi bilgeliğin de yok oluşu anlamına gelir.

“Burada bilgi nedir, bilge kimdir?” sorusu akla gelebilir. Bu soru bizi masalla ilgili daha başka bir yere, belki de bizim meselemizin can alıcı noktasına götürecek. Ama bu da ayrı bir problem olarak karşımıza çıkacak. Bilgi meselesi, sadece bir masal meselesi değil, medeniyet meselesidir. Çözümü de öyle kolayca halledilecek gibi durmuyor. Biz bu kısmın ilgili yerlerinde şahsî tecrübenin masalın kaynağı olduğuna değinmeye çalışmıştık. Masal bizde gerçekleşen bir değerin, kıymetin ve bilginin temsillerin gücüyle sunumudur. Daha doğrusu masal bir aktarımdır. Kendi gerçeğini içte yaşayan bir kişi bunu anlatma ihtiyacı hissederse masal ortaya çıkar. Yani şahsi tecrübemiz kolektif şuura yükselir. Aksi hâlde masal durur ve yok olur. Günümüzde olduğu gibi…

Dolayısıyla masal, yaşatılması gereken hakikatlerin ve değerlerin yeni nesillere aktarımında son derece önemli bir rol üstlenmiştir. Orada canavarlar, ejderhalar, padişahın oğlu veya kızı, köylü, çiftçi -kahraman her ne şekilde karşımıza çıkarsa çıksın- bir değeri veya hakikati temsil etmektedir. Onların “Masal” şeklinde isimlendirilmesi de hakikatin veya bir değerin böyle temsil edilmesi dolayısıyladır.[2] Burada masal gerçekliği üzerinde bazı düşüncelerine katıldığım Özcan Yüksek’in bir röportajındaki şu düşüncelerini paylaşmak istiyorum:

Masalın, yani “uydurma” diye nitelenen öykülerin, gerçeğe veya tarihsel gerçeğe, tarihsel öyküye göre daha düşük seviyede bir gerçek kabul edilmesi de yine zamanımızın yaşadığı kötülüğü bize tarif ediyor. Masalın gerçeğinin ya da masalın anlattığı gerçeğin diyelim, bu gücü nereden geliyor öyleyse? Tuhaf bir gerçek tarifi olduğunun farkındayım. Aslında insanlar, insanlık, iki gerçeklikle karşı karşıya: Masalın gerçeği ile gerçeğin gerçeği. Söylemeye çalıştığım şu ki, masalın tuhaf gerçeğinde, ona tuhaflığını da veren bir “güç” vardır. Tuhaftır çünkü söylemi gereği, bu gerçeğini uydurma yoluyla anlatır. Masal, diyalektik felsefeye uygun bir mantığa ve anlatıya sahip olduğu için, uydurma, gerçektir aynı zamanda.[3]

Özcan Yüksek’in bu sözleri masalların yeni ve farklı açılardan yorumlandığını göstermesi açısından önemlidir. Daha ilginci bu röportajda masallardan kopmuş bir zamanda yaşadığımızın belirtilmiş olmasıdır. Bu durumda masalın “uydurma” olarak kabul edilen kurgusunda kendine ait bir gerçekliğin ifade edildiğini görmekteyiz. Yazarın şu sözleri de masalın anahtarı diyebileceğimiz özgün bir anlam evrenine kapı aralayan sırlarının olduğunu ifade ediyor:

“Yaşadığımız çağ, masalları anlama anahtarının yitirildiği çağdır. Geçmiş zaman insanları, masalları anlama anahtarına sahip olmalıydılar ki, bu masalları dinliyor ve anlatıyorlardı. Masalları anlayabilmek için, masalların sırlarını bilmek gerekiyor. Bu anahtar yazılmamış, böyle bir şeyi ben bilmiyorum. Zaten masallar sözlü kültür, anahtar ya da sırların sırları da sözlü kültür olarak yaşamış ve geçmiş zamanda kalmış olmalı. Masallar sonraki yüzyıllarda yazıya geçirildi ama anahtarlarını okumadım.”[4]

Hakikaten de masallardan uzak bir zamanda yaşamaktayız. Bugün biz masalı ören sembollerin dünyasından uzak bulunmaktayız. Masallar günümüzden uzak devirlerde zihnini ve iç âlemini arındırarak yaşayan bilgelerin hatıralarıdır.

Peki, günümüzde bu türden masallar yazılamaz mı? Yazılabilir, fakat buna ihtiyaç kalmamıştır. Elbette bununla edebî bir form olan masalı değil irfânî öğretiyi temsil eden ve insana taşıyan masalı kastediyoruz. Gelişen teknoloji ve bilim masalın işleyişinde karşımıza çıkan kurguyu bugün bize fazlasıyla verebilmektedir. Dolayısıyla geçen zaman masalın hakikatini yaşayan insanın ifade biçimlerini de değiştirmiştir. Görüntü bugün kelimelerde ve kavramlarda karşımıza çıkan sembolizmin yerini almıştır. Bugün de kendi hakikatini arayan ve bulan insanlar kendi içlerinde duydukları masalı (belki de meseller âlemini) yaşamakta ve eşyanın, olayların, zamanın, mekânın hakikatini idrak etmektedir. Buradan bakacak olursak insanlığın yazdığı masal hiçbir zaman bitmeyecek; farklı şekillerde fakat yeniden yazılacaktır.

Masal işte bu noktada -anlamı itibariyle günümüzde yeniden üretilse bile- belirli bir zamana ve mekâna özgü bir edebî tür olarak karşımıza çıkar. Onu ait olduğu devrin derinliklerinde, sembolik bir dil geliştirebilmiş bir tür olarak okumak ve anlamak gerekir. Zaman geçip de masalların iç dünyası, sembolleri ortaya çıktıkça ve anlaşıldıkça onlara yönelik olumsuz yorumların haksızlığı da daha çok göze batmaktadır. Nitekim masallar hakkındaki görüş ve yorumların tekrar ele alınması gerektiği artık ortadadır.

Sadece masallar hakkında değil diğer birçok edebî türle ilgili yorumların yeniden ele alınması gerektiği artık net bir biçimde söylenebilir, söylenmelidir. Pertev Naili Boratav’ın masalların girişinde karşımıza çıkan tekerlemeler hakkında “dinleyiciyi yalan ve uydurma dinlemeğe hazırlayan tekerleme” gibi ifadeleri ve öte yandan masalda anlatılanların bir hakikate tevafuk etmediğini söylemesi[5] bu durumda geçerliliğini yitiren yorumlar olarak durmaktadır.

Bütün bir edebiyat tarihine yayılabilen, hatta birçok millette müşterek bir özellik gösteren masal anlatma geleneğinin insanlığın dayandığı ortak kökenleri haber vermesi, insanın metafizik olana inanma ihtiyacını karşılaması ve bunun evrensel bir bilinç olduğunu göstermesi, alegorinin bu metinlerde çok fazla öne çıkarılması, daima iyilerin ve iyiliğin kazanması gibi cihetlerden masalların “uydurma” lafzıyla geçiştirilemeyecek zenginlikte bir tür olduğunu düşünmekteyiz. Ne yazık ki, birçok türün tarifinde olduğu gibi masal araştırmacılığında da dogmaların hâkimiyeti görülmektedir.

Şunu da belirtmek isteriz ki, tıpkı diğer türlerde olduğu gibi masallar modern anlatı geleneğini beslemek için söylenmemişlerdir. Maalesef yeni araştırmalar bu metinleri pasifize etmekte, onları aslî hallerinden âdetâ soymaktadır. Kadim metinler bir labaratuvar ortamında incelenen kadavra mesabesine indirilmektedir. Halbuki bu doğru bir yaklaşım değildir. Edebî metinde elbette bir milletin yaşama iradesi gizlidir. Bu irade söze, kelimeye, şifâhî kültüre tutunur. Dolayısıyla bunun artık göz ardı edilmemesi gerekmektedir. Ve modern edebiyat araştırmacılığının edebî metinlere, kendi günümüz endişelerinden bağımsız olarak ve bilgeliği esas alarak ele almaya ihtiyaç vardır. Bunun çok zor olduğunun farkındayız. Ne var ki edebî eserin anlaşılması için bundan başka da bir yol gözükmemektedir.

Masal, bu ürünlerin doğduğu dönemlerde ortaya çıkan bir ihtiyacın şekillendirdiği edebî türlerdendir. Ancak modern anlatı geleneği onlardan da yararlanabilmelidir. Masallar çözümleme yapıldığı takdirde bizi çeşitli, farklı, derin ve zengin yorumlara götürebilecek bir özellik gösterir. Masallar muhayyilenin veya hayal dünyasının ürünüdür deyip de böyle geçiştirilemeyecek zenginlikte eserlerdir.

[1] Pertev Naili Boratav, 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1969, s. 80.

[2] www.artfulliving.com.tr/debiyat/gerçegi-yalnizca-masallar-anlatir-i-12571 [Erişim Tarihi: 04. 08. 2018].

[3]www.artfulliving.com.tr/debiyat/gerçegi-yalnizca-masallar-anlatir-i-12571 [Erişim Tarihi: 04. 08. 2018].

[4]www.artfulliving.com.tr/debiyat/gerçegi-yalnizca-masallar-anlatir-i-12571 [Erişim Tarihi: 04. 08. 2018].

[5] Pertev Naili Boratav, Halk Hikâyeleri ve Halk Hikâyeciliği, Milli Eğitim Basımevi, Ankara 1946, s. 71.

Diğer Yazıları

YERYÜZÜNDE YALINAYAK

İçten dışa, dıştan içe; seferlerimiz... Yeni yılın ilk yazısı Leyla İpekçi'nin kaleminden. Dünya, bütün hikayemiz burada, yol arkadaşlığımız. Çıkıp gidemeyeceğimiz içimiz dışımız. Kimine cife, zindan, cehennem. Kimine cennet. Kimine ateş [...]

BENLİK KİBRİ; ÖĞRENMENİN ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGEL

Ben bilirim egosu. Bilmeyi kartvizite, unvana, diplomaya, sertifikaya sıkıştırmak.  Kendimizi bilmekten, varlığa faydalı olmaktan çok adımızdan söz ettirmek, unvan, itibar, makam için  öğrenmek. Leyla İpekçi öğrenmenin, bizi aslımızla sürekli irtibat [...]

ÖĞRENMEK KALPTEN KALBE GEÇİŞTİR

ABAD Blog'da Genç Bilgeler diye bir köşemiz var. Leyla İpekçi'nin iki yıl önce kaleme aldığı ama hala dün yazılmış gibi güncelliğini koruyan bu çok önemli yazı dizisinden derlenen kesitler işte [...]

ÇÜNKÜ HARFLERDE “İNSAN” SAKLIDIR

"Yazarken hep sevdiğimle beraber olmak için yazarım. Aşk duygumun tecellisi bu yüzden yazmakla zuhur eder. Yıllar içerisinde dünyaya, hayata ve insanlığa dair en dip manâları hep kalemimin ucundan sayfalarıma indirdikçe [...]

Diğer Yazıları

YUNUSÇA’YA YUNUS ÖDÜLÜ

Şairce konuşarak sözü kitaba döküyordu her yaştan dertliler. Nitekim Yunusça’nın babası tabir ettiğim hocam Mustafa Tatcı da burada ikincisi düzenlenen uluslararası şiir ve edebiyat günlerinde Yılın En iyi Yunus kitabı […]

SUS YUNUSÇA!

Mana söze bürünür, söz surete. Sözün öncesi mana. Sessizlik sesin manaya en yakın olduğu yer. Varlığın kendi sesiyle konuştuğu yer. Bütün seslerin dürüldüğü tek bir ses olduğu yer. Değerli yazar […]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir