İnsan zihni katman katman. Her bir katman diğerine örtü. Soğan misali. Dıştaki içtekini saklıyor. Hayal ummanına haddü kenar yok. “Sen bu evin kapusın henüz bulup açmadın, İçindeki kenz-i bî-pâyânı, hadsiz hududsuz, hesaba kitaba sığmayan hazineyi arzularsın.” diyor Mısri babamız. Evin kapısı kapalı. Kapıyı çal, “kim o” derlerse ne dersen de “ben” deme. Ne bileyim ben, bir şeyler de işte. Kelin dermanı olsa başına sürermiş.
Bak açtıranlar ne demiş?
Açtırdım kapıyı, girdim içeri
Aklımı başımdan aldı o peri
Dedim sende buldum halis cevheri
Dedi yok yok bir mehenge sür beni.
Yani, yanisi yok. Kapıyı açtırınca, periyi bulunca, kaldıysa aklın karışmasın. Sus. Aman çenen düşmesin.
“Dinle neyden” diyor büyükler ya da “işitin ey yarenler.” Oku! nidası var kitabın evvel emrinde. Kulağını dört aç. Uyan ey gözlerim gafletten uyan. “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar” diyor adı görklü Mustafa. Onun yüzü suyu hürmetine uyan.
Çok yemek uyku yapar, çok yeme. Alışkanlıklar, konfor, iş, güç, oyalar insanı. Geçici cennetler, uçmaklar. Suretler. Bak ne diyor Yunus Babamız. “Aşık mı diyem ben ona, Tanrı’nın uçmağın seve, Uçmak dahi tuzak imiş, mümin canları tutmaya.” Tutulma. Alışma. Yol bitti, menzil buymuş deme. Ben bu işten bir şey anlamadım deme. Gidecek yol var. İçi var içi var. İçte durma, içe var.
Bir cevap yazın