Hiçlik düşüncesi, bir uçurum kenarında durup bilinmez bir boşluğa kendini bırakmak, uzayın sonsuz boşluğuna karadeliklere, okyanusun derinlerinde dipsiz kuyulara düşmek düşüncesi korkutucudur. Mutlak bir anlamsızlık, hiçlik insanı boğar. Bir anlam olmadan yaşamak için okka gibi yürek gerekir. İnsan bu boşluk içinde kendi kendine varolamaz. Bir şeylere tutunmak ihtiyacı duyar. Zihinsel çıpalar, tutamaklar, kollar kurar. İnanç felsefi olsun, dini olsun insan için bu sonsuz muammayı bir anlam zarfı içine koyar. Zaman ve mekan düzleminde başı sonu belirsiz bu sonsuz akışı, hadsiz hududsuz bu varlık denizini bir sahile kavuşturur. Arayış içindeki insan kendini güneş sistemi gibi bir yörüngeye oturtmak, içindeki saati daha büyük bir saate göre ayarlamak ister. Gökyüzünde kendini seyredeceği bir inanç aynası keser varlığın şeffaf camından.
İnsan inanmak ister. Hayatının bir anlamı olsun ister. Tüm bu olan bitenin boşu boşuna olmamasını ister. Acı çekmek yerine zevk almak ister. Bunun somut şartlarıyla, içinde bulunduğu gerçeklik ile sağlayamazsa hayal eder. Kendisi bizzat anlamlar bulup etrafına yükler. İnsanın aslında ekmek kadar su kadar, bir ideale ihtiyacı vardır. dini ve felsefi inançlar doğru, iyi ve anlamlı yaşamın adresini verir insana. İşaret ederler artık inanmak inanmamak; tatmin olup olmamak insanın kendisine kalmıştır.
Tarık Buğra’nın aslında tarihi bir biyografi olan milli edebiyatımızın nitelikli bir örneği olarak görülen Osmancık romanını evrensel bir gözle insanın kendilik arayışına dair bir anlatı, kahramanın yolculuğu olarak da okumak mümkün diye düşünüyorum. Osmancık’ın kendini, kendinde gizli benliğini bulmasının; kendi tekil benliğini aşarak Şeyh Ede Balı’nın kimliğinde somutlaşan maşeri vicdana- umumi bene ulaşmasının hikayesi.
Osmancık, bizim tarihten çok iyi tanıdığımız Osmanoğulları Beyliği’ni kuran, üç kıtaya hükmeden bir cihan devletinin tohumlarını atan Ertuğrul Gazi oğlu Osman Gazi’den başkası değildir. Kabına sığmaz, öfkeli, delişmen öte yandan cevval, atılgan ve cesur Osmancık’ın her ne olursa olsun kaliteli hamurundan Şeyh Edebalı nefesi ile bir cihangir bey yaratılır. Osmancık önceleri öfkesine yenik tek güttüğü benlik olan, benlik uğruna kavga eden biridir. Şeyh Ede Balı ile tanışır, uyanır. Bir gün Sivrikaya’dan ufka bakarken ilk kez dünyanın çok küçük olmadığını hisseder. Ufku genişler, gönlü genişler içi bir idealle dolar. Yaşamı bir anlam kazanır.
Evrende yok olup gidecek, adı sanı bilinmeyecek bir fanilik düşüncesini insan kendinden büyük, daha uzun ömürlü bir anlama eklenerek aşabilir. Dünya’nın çok büyük oluşu tek bir insan içindir. “Bir soy için değil” der romanın bir yerinde Buğra Osman Bey’in dilinden. “Bir soyun benimseyeceği, bir soya benimsetilecek bir amaç, bir inanç, bir ülkü için değil”. Dünyanın bir amaç, bir inanç ve bir ülkü beklediği dönemler vardır. Osman’ın içindeki Ede Balı şöyle seslenir “Dünya böyle bir dönemdedir, Dünya öyle bir soy, öyle bir amaç, öyle bir inanç, öyle bir ülkü beklemektedir.” Ahir ömründe Osman kayın atası, hocası Ede Balı’nın giderken kendine bıraktığı mektubu biraz da bu faniliği aşmak için oğlu Orhan Bey’e gönderir.
On Üçüncü asrın son demlerinde Batı Anadolu’nun Bizans sınırında inancın, adaletin eskidiği, pazarın dağıldığı insanların bir inanca her şeyden çok ihtiyaç duyduğu bir zamandır. Konya’nın can çekiştiği onun yerine uçlarda bir çok beyin baş gösterdiği zamanlar. Aslında bir varoluş mücadelesidir bu. Her ne kadar asker, at, kılıç ve sikke ile ölçülse de güç, güçten daha çok hayallerin mücadele ettiği bir dönemdir bu. Eskinin can çekiştiği bu günlerde hayali büyük olan, cihanşumül olan yeniye şekil ve hayat vermek hakkını elde edecektir. Hayali büyük olan dünyaya hükmedecektir.
Ede Balı’nın aslında bir hayali vardır lakin bu cihana değer hayali hakkedecek bir Osman gerektir. Önce Osman’ın Ede Balı’nın kalıbına dökülmesi gerekir. Katı olan kalıba dökülmez kalıba dökülmek için erimek gerektir. İnsanı ise ancak aşkın harareti eritir. Osman Ede Balı’nın kızı Malhun’a bağlandıkça gönlünü kanatlandıracak bir Anka bulur, o Anka’nın aslında Şeyh Ede Balı’nın terbiye ettiği Osman kendisi için bey olmayı anlamlı kılacak bir ideal de kazanır. Ancak ideali olan insanlar öteye yol alır, kendini geçebilir. Osmancık dönüşür, atılganlığını, cesaretini, gururunu Osman Bey’in, yani soyunun, milletinin emrine verir. Nefsin Ruh olması, Ruh’un emrine girmesi gibidir bu dönüşüm. Osmancık Osman Bey olurken aslında bir savaşçı bir Alp Erenleşir, Alperen bir kahramana dönüşür.
Devrimci bir dönemdir bu. Yıkılırken yapılan. Osman töreyi yenilemekten, milletine hedef göstermekten, yol açmaktan, geri kalmaz. Kendi zamanını, şartlarını, elindeki kuvveti çok iyi kavrar ve en iyi şekilde uygular. Kılıç çalar, ok uçurur, ceng eder, kaleler kuşatır, fetihler yapar, hisarlar, şehirler alır ama sonunda O da herkes gibi faniliğe teslim olur. Bu dünyadan bir yolcu gibi gelir geçer ve milletinin bağrına gömülür. Tüm bunları yaptıran Osmancık’ı Osman Şah Bey yapan, sınırlar, ufuklar aştıran, Ede Balı’nın hayalidir, Osman’a verdiği ülkünün kendisidir. Nefesidir. Osman’a kendini bulduran, içindeki kudreti farkettiren, açığa çıkaran, katresin umman eden. Kahramanlar milletin bağrında milleti var eden ülküler de bir velinin gönlünde oluşur.
Bir cevap yazın