BİR ÜSKÜDAR VELİSİ; AZİZ MAHMUD HÜDAYİ

Üsküdar sevda şehri

İçinden akar nehri

Uzanır gider bahri

Üsküdar gönül demek

Bülbüllere gül demek

(M. Tatcı’nın şiirinden)

 

Onlar ne bir beldeye ne de mekana sığar. Öte yandan “şerefül mekan bil mekin” demiş eskiler. Mekanın şerefidir orada yaşamış olanlar ve yaşayanlar. Üsküdar sevda şehri ise bu içinden bir deniz geçmesindendir. Adı Aziz Mahmud Hüdayi olan bir deniz.

Kadılığı terkeden, un gibi eleklerden geçen, Üftade’nin kapısında tam bir teslimiyetle hizmet eden nasibini alan, kendini kendinde bulan, Hüda’ya karışıp Hüdayi olan, yedi sultanın elini öptüğü mana sultanı Aziz Mahmut Hüdayi.  Ayşe Nida Karakoç’un sürükleyici anlatımı ile…

Ayşe Nida Karakoç
ABAD Blog için yazdı.
13.11.2021

                                                                                   “Ezelden aşk ile biz yana geldik

                                                                                   Hakîkat şem’ine pervâne geldik”

 

Meşrebi aşk üzere olana aşk, gözün alıp almadığı her yerdedir, amma ne İstanbul’dur ki o İstanbul’un her köşesi aşk kaynar, bu şehrin her semti başka bir güzelliğiyle, kendine has rengiyle nam salmıştır dillere ve gönüllere. Şehirlere şeref veren insanlardır, İstanbul’a İstanbul olma sırrını üfleyen, bu şehrin ayrı ayrı semtlerinden, ayrı ayrı köşelerinden aşk dağıtan zatlar vardır İstanbul’da. Azîzdir bu sıfatlar, azîz sıfatıyla donanmışlardır, kimisinin hem kendi azîz sıfatıyla donanmıştır, hem de adı.

 

Üsküdar’da bir Veli, Azîz Mahmud Hüdâyî

Üsküdar deyince akla ilk gelen erenlerdendir Aziz Mahmud Hüdâyî hazretleri. Kendisi Şereflikoçhisar’da doğmuş, Üsküdar’ı âbâd etmiştir. İstanbul’da, Sultanahmet’te Kadırga yakınlarında bulunan Küçükayasofya medresesinde Nâzırzâde Ramazan Efendi’den tedrisat görmüş olup, bu eğitimi sırasında Şeyh Muslihuddin Efendi’nin sohbetlerine devam etmiş hazret. Veli zatların her birinin nev’i şahsına münhasır özellikleri göze çarpar, Aziz Mahmud hazretleri de genç yaşlarından itibaren hıfz kuvveti ile dikkat çeker. Aziz Mahmud hazretleri, Bursa’ya gelip Üftâde sultana intisap etmeden önce, Nâzırzâde Ramazan Efendi ile birlikte, Edirne’ye, Şam’a ve Mısır’a gitmiş, Mısır’da bulunduğu zaman içerisinde de Şeyh Kerimüddin’in sohbetlerine katılmıştır. Hatta Hüseyin Vassaf Bey’in menâkıbnamesinden öğrendiğimize göre, Aziz Mahmud Hazretleri Mısır’da bulunduğu bu zaman dilimi içerisinde Halvetî şeyhlerinden Abdülkerim Efendi’ye intisab etmiş olup, hazretin kemâl anahtarı bu Abdülkerim Efendi de değil de Üftâde hazretlerinde olduğu için kabiliyeti olmasına rağmen, seyr u sülûkunda ilerleme kaydedememiştir.

 

Senin Nasibin Hz. Üftade’dendir

Aziz Mahmud hazretleri, nasibinin Hz. Üftâde’de olduğunu da şöyle dikkat çekici bir hikâye ile öğrenir:

Hazret Bursa’da müderris ve nâib olarak memuriyette olduğu sıralar bir gece rüyâsında, cennete vasıl olmasını tahmin ettiği insanları cehennem ateşinde yanar vaziyette görür. Bunun üzerine masivayı terk etmek gayesiyle Eskici Mehmed Dede adında bir zâtı bulur, bir süre sohbetlerine devam eder, bu zattan feyiz alır. Ancak Eskici Mehmed Dede, Aziz Mahmud Efendi’ye, “Nasibiniz bizden değildir. Hz. Üftâde’dendir.” diyerek kendisini Üftâde hazretlerine göndermiştir.

Erenler meydanında yuvalanır top gibidir talip. Bizim Yunusa da Hacı Bektaş Veli senin kilidinin anahtarı Taptuk’dadır dememiş miydi?

 

Kadılıktan Vazgeçiş

Yukarıdaki menkıbeye ek olarak, bir başka rivayette Aziz Mahmud Efendi’nin Hz. Üftade’ye intisabı şöyle anlatılmaktadır:

Aziz Mahmud Efendi’nin Bursa’da kadı olduğu sıralarda her sene hacca gitmeye niyet eden ama bir türlü rast getirip hacca gidemeyen bir zat vardır. Her sene niyet edip bir türlü hacca gidemeyince bu zatın karısı durumdan şikayetçi olur. Adam da karısına, “Eğer bu sene gidemezsem nikâhımız düşsün.” diye bir cümle sarf etmiş. Adam o sene de hacca gidemeyince, karısı artık ona namahrem olduğundan evine gidememiş, müşkül bir hale düşmüş. Hal böyle olunca adam Hz. Üftade’nin huzuruna varmış, derdini anlatmış, Hz. Üftade, “Haydi kalk, eskici Mehmed Efendi seni hacca götürüversin,” deyince adam derhal Mehmed Dede’nin huzuruna varmış. Mehmed Dede tam da arefe günü hacılar vakfeye durduğu sırada adamı tayy-i mekân ile Arafat’a yetiştirmiş.

Mehmed Dede tarafından tayy-i mekân ile hacca revân olan adam Arafat’ta Bursalı ahbaplarından biriyle karşılaşır, onun eline bir mektup tutuşturur, ve “Eğer sen benden önce Bursa’ya varırsan bu mektubu aileme teslim et, benimle görüştüğünü bildir,” der. Ancak bayram günü, mektup verdiği arkadaşından önce evine gelir, karısına da “Ben Hacc’dan geliyorum,sana da oradan mektup yolladım,” deyince bu kadar kısa sürede hacca gidip gelmenin imkansızlığını düşünen kadın kocasının delirdiğini düşünür. Kadı efendiye eşinden boşanmak talebiyle müracaat eder.

Kadı Aziz Mahmud Efendi bu karı-kocanın hikayesini dinleyince, “Eğer mektubu verdiğin adam geldiğinde senin verdiğini iddia ettiğin mektubu getirirse bu kadın hala nikahlındır, yok eğer getirmezse, nikahınız sâkıt olur,” diye hükümde bulunur. Henüz Hacc’da olan adam geldiğinde mektubu ulaştırınca, kadı Aziz Mahmud Efendi hayret eder, bu halin kim vasıtasıyla cereyan ettiğini sorar, Hz. Üftade’nin adını duyunca derhal müridi olmak için kapısına varır. Memuriyetini ve mal-mülkünü terk etmesi şartıyla müridliğe kabul edilir.

 

Nefsini Ayaklar Altına Alan “Hüdâî” Olur

 

Hz. Üftade’ye intisabından sonra, Aziz Mahmud Efendi’ye omzuna sırığa dizili ciğer alıp, Bursa sokaklarında satması buyrulur. Şeyhine intisap etmeden önce Bursa’da kadı olan Aziz Mahmud Efendi kadılığı terk edip, sokak sokak ciğer satmaya başlayınca Bursa halkı durumu cinnete yorarak Aziz Mahmud Efendi’nin çıldırdığı yönünde şiddetli dedikodular çıkarır. Bu sırada makamını terk eden Aziz Mahmud Efendi’nin yerine yeni bir kadı atanmıştır.

Aziz Mahmud Efendi’nin bir sonraki vazifesi, dergahın tuvaletlerini temizlemektir. Bu vazife ile uğraştığı sırada Aziz Mahmud Efendi yeise kapılır, terk ettiği kadılık makamında halk tarafından yeni kadının gelişi kutlanıyorken, içinde bulunduğu hale üzülür. Lâkin daha sonra şeyhine verdiği “nefsini ayak altına alacağı” yönündeki sözünü hatırlayıp, düşüncesinden pişman olur, süpürgeyi bırakır, kendini yere atarak, sakalını süpürge yapmaya teşebbüs eder. Hz. Üftade, müridi Aziz Mahmud’un bu halini görerek, “Evladım, sakal mübarek bir şeydir, onunla temizlik yapılmaz,maksadımız ancak sana bu mertebeyi atlatmak idi,” buyurur.

Aziz Mahmud Efendi şeyhinin üç sene hizmetinde bulunarak sülûkunda muvaffak olmuştur. “Hüdâyî” lakabı kendisine Hz. Üftâde tarafından verilmiştir. Şimdiye kadar Aziz Mahmud Efendi olarak andığımız Aziz Mahmud, Aziz Mahmud Hüdâyî’dir artık.

 

Un Gibi Elenmeden Hakîkate Vasıl Olunmaz

Hz. Hüdâyî bir gün şeyhi camide va’z ederken, murakabe haline dalar, görür ki tanımadığı birtakım adamlar onu hisar duvarına vurarak hamur haline getiriyor, sonra da bu hamuru kurutarak un gibi eliyorlar. Hz. Hüdâyî bu kıssa ile, “Meğer benim özüm o hamur imiş.” buyurarak kendi sırrına işaret etmiştir.

 

Hz. Üftâde’ye Uzatılan El Başkasına Verilmez

Mevsim kış, ortalık karla kaplı iken, bir yemek sırasında Hz. Üftade, “üzüm olsaydı pilav ile yenirdi,” buyurur. Hz. Hüdâyî şeyhinden üzüm getirmek üzere müsaade isteyince, dervişan “kışın ortasında üzüm ne gezer” hayretiyle birbirine bakmaya başlar.

Hz. Hüdâyî, bu karlı havada bağdan kütüklerle üzümleri sepetine doldurup dergaha dönerken ayağı takılır ve bir çukura düşer. Bu sırada Hızır aleyhisselam gelir, Hz. Hüdâyî’ye, “Elini uzat evladım, seni kurtarayım,” der. Hz. Hüdâyî Hızır (aleyhi’s selam)’ın bu teklifini, “Hz. Üftade’ye uzatılan el başkasına verilmez,” diyerek reddeder.

Dergaha döndüğünde üzümleri şeyhine sunar ve yaşadığı macerayı da anlatır. Hz. Üftade hem çok memnun olur, hem de kendilerinden evvel ve kısa sürede hilafete nail olan Hz. Hüdâyî’yi kıskanan dervişana dönüp, “Hüdâyî’nin kemaline böylece şahit oldunuz,” buyurur.

 

İki Arslan Bir Posta Sığmaz

Hz. Üftade, sabahları çok erken kalktığı için, Hz. Hüdâyî ondan daha evvel kalkıp şeyhine hizmet eder, abdest alacağı suyun bulunduğu kovayı kalbinin üstüne koyarak ısıtırmış. İşte bu sebeple Hz. Üftade, “Evladım, bu su ateşle ısınmamış, iki arslan bir postta oturmaz, sana Üsküdar tarafı zâhir oldu,” buyurmuş.

Hz. Hüdâyî Üsküdar’a geldiğinde evvela Çamlıca’da Hüdâyî Çilehanesi’nde bir süre uzlet halinde bulunmuş, daha sonra Rum Muhammed Paşa Camii yakınlarında bir odaya taşınmış, burada da on altı sene mücahedeye devam etmiştir.

 

Sultanlara El Öptüren Sultan

Rumeli Kazaskeri Sun’ullah Efendi’nin tavsiyesiyle Fatih Camii’ne vaiz olarak atanan Hz Hüdâyî’nin sohbetlerine devlet büyüklerinden pek çok kimseler katılmış, dönemin padişahı Sultan 3. Murâd da bu kişiler arasında olup, Hz. Hüdâyî’nin manevi mertebesine şahitlik etmiş.

Sultan 3. Murâd’dan sonra tahta çıkan Sultan 1. Ahmed’in tabirinden herkesin aciz kaldığı bir rüyasını Hz. Hüdâyî tabir buyurunca, Sultan 1. Ahmed kendisine bin altın hediye etmiş, lakin Hz. Hüdâyî bu altınları kabul etmeyip karısına hediye etmiştir.

Menkıbelere göre Sultan 1. Ahmed’in Hz. Hüdâyî’ye intisap ettiği bilinir. Hatta Hz. Hüdâyî abdest alırken suyunu padişah dökmüş, havlusunu da valide sultan tutmuş. Evliya Çelebi Seyehatnamesi’nden öğrendiğimize göre yedi padişah Hz. Hüdâyî’nin elini öpmüştür.

 

Tebessüm Ettiren Bir Menkıbe

Bir gün Sultan 1. Ahmed Hz. Hüdâyî’ye hediye göndermiş, Hz. Hüdâyî bu hediyeyi kabul etmemiş. Hz. Hüdâyî hediyeyi kabul etmeyince padişah hediyeyi Abdülmecid Sivasî hazretlerine göndermiş, hazret kabul etmiş. İşin iç yüzünü merak eden padişah “Hz. Hüdâyî’ye gönderdiğimde hediyeyi kabul etmemişti,” deyince Abdülmecid Sivasî, “Ankalar lâşeye tenezzül etmez,” cevabını vermiş. Bu sefer padişah Hz. Hüdâyî’ye “Size gönderdiğim hediyeyi Şeyh Abdülmecid Efendi kabul ettiler,” deyince Hz. Hüdâyî, Abdülmecid Efendi bir denizdir sultanım, denize bir parça kara düşmekle deniz kirlenmez,” buyurmuşlar.

Hz. Aziz Mahmud Hüdâyî’nin kabri, Üsküdar’dadır, türbe Üsküdar iskelesine yürüme mesafesindedir.

 

Bir İlahî

Ey gülleri handân edip bülbülleri nalân eden

Gâh hûb cemâlin gösterip gâh gizleyip pinhân eden

 

Sen Semme Vechullah dedin hem Zâhir ü Bâtın adın

Gâh gösterip gâh gizledin aklı odur hayrân eden

 

Etmez senin âşıkların mülk-i Süleymân’a nazar

Ancak cemâlin nurudur cânlarına dermân eden

 

Kimini saldın Ka’be’ye kimi eder arşın tavaf

Uşşâka vaslın kıl atâ ey herkese ihsan eden

 

Eyle Hüdâyî’ye atâ cûdunla Hakkânî vücûd

Ey nutfeyi insân edip ey katreyi umman eden

Kaynaklar

Tatcı, M. , Yıldız, M. (2017), Aziz Mahmud Hüdâyî Divânı,(1. Baskı), İstanbul: H Yayınları

http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/hudayi-aziz-mahmud

 

 

 

Diğer Yazıları

YERYÜZÜNDE YALINAYAK

İçten dışa, dıştan içe; seferlerimiz... Yeni yılın ilk yazısı Leyla İpekçi'nin kaleminden. Dünya, bütün hikayemiz burada, yol arkadaşlığımız. Çıkıp gidemeyeceğimiz içimiz dışımız. Kimine cife, zindan, cehennem. Kimine cennet. Kimine ateş [...]

BENLİK KİBRİ; ÖĞRENMENİN ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGEL

Ben bilirim egosu. Bilmeyi kartvizite, unvana, diplomaya, sertifikaya sıkıştırmak.  Kendimizi bilmekten, varlığa faydalı olmaktan çok adımızdan söz ettirmek, unvan, itibar, makam için  öğrenmek. Leyla İpekçi öğrenmenin, bizi aslımızla sürekli irtibat [...]

ÖĞRENMEK KALPTEN KALBE GEÇİŞTİR

ABAD Blog'da Genç Bilgeler diye bir köşemiz var. Leyla İpekçi'nin iki yıl önce kaleme aldığı ama hala dün yazılmış gibi güncelliğini koruyan bu çok önemli yazı dizisinden derlenen kesitler işte [...]

ÇÜNKÜ HARFLERDE “İNSAN” SAKLIDIR

"Yazarken hep sevdiğimle beraber olmak için yazarım. Aşk duygumun tecellisi bu yüzden yazmakla zuhur eder. Yıllar içerisinde dünyaya, hayata ve insanlığa dair en dip manâları hep kalemimin ucundan sayfalarıma indirdikçe [...]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir