MASAL GERÇEKLİĞİ-III

Masal Gerçekliği isimli makalesinin son bölümünde Yasin Şen, M. Kayahan Özgül’den alıntıyla “Önceki nesillerin gerçekleri, sonrakilerin mitleridir; önceki nesillerin inançları, sonrakilerin hurafeleridir ve nihayet, önceki nesillerin bilgileri, sonrakilerin masallarıdır” diyor. Masalın çocuklardan çok yetişkinlere anlatıldığını ifade ediyor ve masalın insan idrakini genişleten ve nesilden nesile kendini açan, sürekli tekamül eden hakikate yaklaştıran işlevinden bahsediyor. 

Dr. Yasin Şen
ABAD Blog için yazdı.
18.11.2021

Masal, Mesel ve İnsan

 

Masalın mesajı veya ana fikri onun sonucudur aynı zamanda. Bunu ifade etmenin pek de bir kıymeti yoktur. Bu ispat edilmeli, kahramanın şahsında ve hayatında gösterilmelidir. Masal kahramanı bunu genelde bir yolculuk esnasında hayatından örneklerle ve yaşadığı maceralarla ispat eder. Masal kahramanının yolculuğu onun bir değeri ispat etmesi için gerçekleşir. Bu yolculuk oldukça gereklidir.

Masal aslında bir yolculuktur. Bu yolculuk olmazsa masal ortaya çıkmaz. Masal, yolculuğundaki gizli hikmeti gereği hayatın hakikatine en yakın duran edebî türlerden birisidir. Bu durum masal sembolizmi ile başarılı bir biçimde gizlenmiştir. Aslında masalın ana mesajı bu sembolizmin ve olağanüstü ögelerin altına gizlenmiştir.

Bu yüzden masalda bir kurguya dâhil edilen birçok olağanüstü öge yer alır. Bunların gerçek olup olmadığı dinleyenin, bu geleneğin devam ettiricisi olanların nazarında önemli değildir. Önemli olan bir masalın temsil ettiği değeri ortaya koyabilme derecesi ve bir yolculuğun gerçekleşmesidir. Bu sebeple masalların ve alegorik mesnevîlerin bir yerde buluştuğunu düşünmekteyiz. Masal dolayısıyla alegorinin, temsillerin ve sembollerin halk varyantıdır. Burada gerçekliğin ne olduğu hususu da çok su götürür. Doğu edebî geleneklerinde gerçek, anlatıdan size akseden şeydir. Algıladığınız mesaj sizin gerçeğinizdir.

Masalın muhtevasındaki sembollerin ne olduğu, neyi anlattığıyla ilgili meseleler, onların fonksiyonun ne olduğu gibi bir soruyu da akla getiriyor. Masal, insan zihninde kendine özgü bir gerçeklik âlemi yaratır. Masalın gerçekliği insan hayâline hitap edebilmesi ve orada yaşanmasıdır.

Geleneksel anlatıların yaşadığı icra ortamlarında bir mesaj, muhataba temsiller, hikâyeler, kıssalar yoluyla verilir. Bu anlatım yolu kutsal kitapların en çok tercih ettiği ifade yollarındandır. İbn Arabî, Fütûhat-ı Mekkiyye’de cennet ve cehennemden bahsederken şöyle der: “Bu hususları misallerle anlatacağız ki, anlamları misalsiz tasavvur edemeyenler onları anlayabilsin. Nitekim Allah kalpleri anlatırken suyun kendilerine indiği vadilerle misaller vermiştir. Aynı şekilde kendi nurunu lambaya benzeterek misal vermiştir. Bütün bu misaller zayıf idraklere gerçeği yaklaştırmak amacı taşır.”[1]

Demek ki, misaller gerçeği tam olarak idrak edemeyecek olanlara yani bizlere anlatılır. Ve biz gerçeği -eğitimimiz ve mevkimiz her ne olursa olsun- meseller olmadan anlayabilecek bir durumda değiliz. Eğer gerçeği doğrudan anlayabilecek bir durumda olsaydık mesellere, daha önemlisi masallara ihtiyaç kalmazdı. Masala ihtiyaç duyana kadar o doğrudan anlatılır, dinlenir ve aktarılırdı. Fakat böyle olmadı. Hakikat bize hep masallar ve meseller aracılığıyla aksetti. Arayan ama ne aradığını bilemeyen insan bu masalları yorumlamak, meselleri çözümlemekle yükümlü kılındı.

Masal insan idrakini yükseltmek, onu hakikati kabullenebilir hâle getirmek için vardır. Bu açıdan bakıldığında irfanî düşünceyi esas almış kültürlerden vazgeçilmez bir eğitim aracıdır. Eşyaya, varlığa saygı duymayı; fiillerimizin derhal kıyafete bürünerek karşımıza çıkacağını, kötülüğün en nihayet kötülük, iyiliğin ise iyilik meydana getireceğini bu metinlerde yoğunlaştırılmış bir anlatı içerisinde öğreniriz. İnsan idraki belli bir mertebeye eriştiğinde masal da işlevini tamamlamış olur. Sadece masal mı? Bilmeceler, tekerlemeler, şathiyeler, devriyeler ve belki efsaneler de bu çerçevede insan idrakini besledikten sonra çekilirler.

Burada İbn Arabî’nin sözlerine dönmek istiyoruz. O, misallerin zayıf idrakli olanlar için getirildiğini söylüyor. Burada “zayıf idrak” meselesini bir mertebe olarak kabul etmek gerekir ki, herhalde çoğumuz bu durumdayız. Dolayısıyla kutsal metinlerde ve gelenekli anlatılarda karşılaştığımız misâller bizim idrakimizi yükseltmek ve onları yorumlamamız için vardır.

Öyleyse masal bir misâldir. Neyin misâli? Sahip olduğu mesajın, hakikatinin… Hakikati içinde gizlidir. Bu dünyaya, İbn Arabî kaynak alınarak “âlem-i misal” denmesi de âlemde bulunan her şeyin aslında hakikatinin burada olmadığına inanılmasıyla ilgili olmalıdır. Durum edebiyat anlayışı özellikle de hikâye anlatma geleneği ve masallar söz konusu olduğunda böyledir. Doğulu bir anlatıcının tahkiyeli olarak anlattığı şey öyleyse bir temsildir. Bunlar anlatıcının, muhataba vermek istediği mesajı destekleyen kıssalardır. Bazen kendi nefsinde tecrübe ettiklerinin kurgunun imkânlarıyla dile getirilmesidir.

Görüldüğü gibi masallardaki birtakım olağanüstü ögeler ve temsiller onların yorumlanması gereken bir muhtevada olduğuna işaret ediyor. Dünyanın dudağının bir ucu gökte, bir ucu yerde koca bir dev diye anlatılması gibi… Eğer masalların bir kısmı, şahsî bir gerçekliğin ve yaşanan tecrübelerin sembollere ve kurguya dayalı bir anlatımı ise onların yorumlanması gereken metinler olduğunu net bir şekilde söyleyebiliriz artık. O hâlde rüyalar gibi masallar da tabir edilmelidir. Yani muhtevasını tayin eden şeylerin temsil ettiği değerlerin ne olduğu bilinmelidir.

Masalın Kaynağı

Masalın mantığı onun belli ve kesin hatlarla belirlenmiş bir gerçekliğin olmamasını zaruri kılar. Bu açıdan bir kültürün sahip olduğu değerler masalın var olup olmamasıyla çok yakından ilgilidir. Gerçekliğin günümüze göre ters yüz edildiği kültürlerde elbette masal gerçekliği günlük ve sıradan hayatın bir parçası olacaktır. Bu yüzden M. Kayahan Özgül, Hindistan’da masal olmadığını buna karşın Avrupa’nın bir masalı olduğunu ifade eder.[2] Özgül’ü bu sonuca götüren durum, “Avrupa’ya olağanüstü gelen masal motiflerinin Hindistan’da itikatlara, halk inanışlarına, kolektif şuuraltına dayalı gerçekler oluşudur.”

Burada akla Andre Breton’un “Fantastikte en hayranlık uyandıran şey, fantastiğin var olmayışıdır, her şey gerçektir.” sözleri geliyor. Avrupalı, fantastiğin olmadığını söylese de ona inanır. Bu türden metinler, bir bakıma insanın inanma ihtiyacını karşılar. Bu yüzden Avrupa’da masal vardır. Hintlilerin dünyası ise zaten bu türden metinlerin yoğunlaştığı bir evreni ifade eder. Masal, Doğu’nun günlük yaşadığı hakikatiyken Batı’nın akıldışı kabul ettiği ama ısrarla inanmak istediği şeydir: “Biri cinleri, perileri, devleri; büyüleri, kehanetleri, rûyâları; konuşan hayvanları, canlanan eşyaları, dirilen ölüleri akıl ve hakîkat dışı bularak medeniyetin dışına kovalarken diğeri için medeniyet, biraz da bu unsurların şekillendirdiğidir. Masal da Batı’nın akıldışı ve absürd bularak kovaladığı, Doğu’nun duyguiçi ve hakîkat sayarak benimsediği kültür ürünlerindendir.”[3]

Doğu’nun kültür ürünleri içinde zamanla şekillenen birçok edebî türe eskiden daha başka anlamlar yüklenmiş olması ve bunların işlevlerinin geçmişte, günümüzde düşünüldüğünden çok farklı olabileceği ihtimal dâhilindedir. Nitekim M. Kayahan Özgül ninniler hariç çocuklar için başka bir edebî türün üretilmediği kanaatindedir. Bu metinlerin kimlere takdim edildiği düşünülecek olunursa bu görüşe hak vermemek mümkün değil.

Mesela Kelile ve Dimne (Pança-tantra) Beydeba tarafından hükümdar Debşelim için yazılmış ve eser dilimize Hümâyûnnâme olarak tercüme edilmiştir. Binbir Gece Masalları’nda, Şehriyar sabırla Şehrezâd’ın kendisine anlattığı masalları dinler. Tûtînâme adıyla Türkçeye tercüme edilen Suka Saptati, Sultan II. Bâyezıd’a sunulmuştur.[4] Tûtînâme, eşi deniz ticaretiyle uğraşan ve uzun yolculuklara çıkmak zorunda kalan genç bir kadına hikâyeler anlatan bir papağanın anlattıklarından oluşan bir eserdir. Papağan, eserde hem ahlak dersi vermede hem de sahibinin eşini kötü yola düşmekten alıkoymaktadır. Dolayısıyla ve bu bilgilerden hareketle M. Kayahan Özgül ısrarla masalların çocuklar için kaleme alınmadığını veya anlatılmadığını söyler. Dolayısıyla “Masal, eski zaman yetişkinlerinin itikadî, fikrî ve ruhî ihtiyaçlarının karşılığıdır.”[5]

Yukarıda ismi geçen metinler okuyanın hikmet, ilim, siyaset, ahlak ve din konularıyla ciddî olarak ilgilenmesine hizmet edebilen türdendi. Bu durumda masallar da “insan” yetiştirmeyi hedef alan metinlerdendir. Kastettiğimiz bir bakıma ahlaken yüce insan demektir. Burada M. Kayahan Özgül, Ananda Coomaraswamy’nin şu sözlerini naklediyor ki, konumuz açısından dikkate şâyândır: “Folklorun malzemesi metafiziktir. Bizim bunu idrak etmekteki kusurumuz esasen metafizik ve onun kendine has teknik tabirleri konusundaki derin cehaletimizden kaynaklanmaktadır.”[6]

Dolayısıyla edebî kültür başta olmak üzere geleneklerin temelinde metafizik vardır. Çünkü “metafiziği olmayan tradisyon olamaz.”[7]

O halde masalın kaynağı metafiziktir. Bu sözler edebiyatımızdaki sembolik anlatımı ve bu dil ile şekillenmiş metinlerdeki muhtevayı açıklıyor. Nihayet M. Kayahan Özgül şöyle bir tespite ulaşıyor: “Önceki nesillerin gerçekleri, sonrakilerin mitleridir; önceki nesillerin inançları, sonrakilerin hurafeleridir ve nihayet, önceki nesillerin bilgileri, sonrakilerin masallarıdır.”[8]

Masallardaki sembolik anlatımın zaman içinde kadim inançların değişmiş, dönüşmüş şekli olabileceğini söyledikten sonra şöyle bir soru akla geliyor:

Masallarda neden ısrarla hep iyiler kazanır? Dünya masalları bu açıdan sanki hep bir noktada birleşmektedir. Tanpınar’ın ifadeleriyle söyleyecek olursak “Bütün dünya masallarının birleştiği nokta dünyayı ifritten temizlemektir.”[9] Bu ifrit bir vehim değil, içimizde hakikatini yaşattığımız kötülüktür.

Öyleyse türün hemen hepsini değilse bile en azından bir kısmını yaşadığı iç tecrübelerini kaleme alma veya anlatma ihtiyacı hisseden bir insanın anlattıkları olarak yorumlayabilir miyiz? Yoksa onları insan muhayyilesinin o çok “velut mekanizması” mı üretmiştir?

Bu soruların peşinde olan ısrarcı müelliflerden biri olan M. Kayahan Özgül şunları söylüyor: “Masalın kaynağını tesbit için yapılan araştırmalarda baştan rûyâ üzerinde duruluyor; lâkin, bugün dahi güçlü bir kaynak olduğu fikri pek kabûl görmüyor. Her şeye rağmen, masal ile şiir ve rûyâ sembollerinin psikiyatrik sembol indeksleri (hattâ, rûyâ tabir kitapları) ile ne kadar çok örtüştüğünü gördüğümden beri, ben de aralarında bir ilişkinin bulunduğuna inanıyorum.”[10]

Bu durumda hayallerimiz ve rüyalarımız gibi masal metinlerinin de yoruma çok müsait bir yapıda oldukları anlaşılmaktadır. Fakat bu durum masalın anlaşılması için onların yaslandığı belli başlı kavramların, sembollerin, kadim bilgeliğin çok iyi bilinmesi, özümsenmesi ve hatta kabullenilmesi gerektiğini göstermektedir. “Kabullenilmesi” diyorum, çünkü biz bugün bu gelenekten çok uzak düşmüş durumdayız. Yer yer geleneğe yönelik itirazlarımız ve tenkitlerimiz ele aldığımız metni anlamaya engel olmaktan öteye gidememiştir. Tabir yerindeyse insanlığın bu konudaki değerleri alt üst olmuş durumdadır. Bu değerlerin yerini oldukça materyalist ve dünyevî kavramlar almış, geçmişin anlaşılamayan kelime ve kavramları (bilhassa şiirde) geleneğin reddini de beraberinde getirmiştir.

Tenkit ve reddetmek sosyal bilimler alanında bizde ne yazık ki aynı anlama gelmektedir. Fakat bu kavramı aldığımız Batılılar tenkidi “criticism” olarak karşılamakta ve bu da metni en iyi şekilde anlamayı ifade etmektedir. Bence “criticism”in bizdeki tam karşılığı “tenkit” değil “şerh”tir. Osmanlı edebî metinlerini anlamaya yönelik açıklamaları, yorumları yeni bir eser ve yorum ortaya koyarak irdelemek demektir şerh ve bu hâliyle Batılıların yaptığına tam da uygun düşmektedir. Benzer durum bu metinlerin akademik olarak neşrinde de görülür. Tenkitli metin veya derleme, bir metni anlamak değil yazıya veya geleceğe taşımak demektir. Bu da önemli bir merhale ve başlangıç olmakla beraber kadim metinlerin varlık sebebini izah etmez.

Sonuç alarak metni yerli yerince anlamak ve irdelemek konusunda daha birçok mesafenin kat edilmesi gerektiği ortadadır. Bilhassa masal gibi gelenekli anlatılarda şerhin gerekli olduğunu düşünüyorum. Elbette o metinleri şerh edebilecek yetkinlikte bir fikir ve kalem erbabının yetişmesi gerekir. Masalların üzerinde çokça durulduğu bu zamanlarda onların yetişmesini ümit edelim.

[1] İbn Arabî, Fütûhât-ı Mekkiyye 13, Çeviri: Ekrem Demirli, Litera Yayıncılık, İstanbul 2010, s. 318.

[2] M. Kayahan Özgül, Kandille İskandil, Hece Yayınları, Ankara 2003, s. 164.

[3] M. Kayahan Özgül, a. g. e., s. 164.

[4] M. Kayahan Özgül, a. g. e., s. 164-165.

[5] M. Kayahan Özgül, a. g. e., s. 167.

[6] Ananda Coomaraswamy, Figures of Speech or Figures of Thought, London 1946, s. 216’dan nakleden; M. Kayahan Özgül, Kandille İskandil, Hece Yayınları, Ankara 2003, s. 167.

[7] R. Guenon’dan aktaran; Mahmud Erol Kılıç, Hermesler Hermesi İslam Kaynakları Işığında Hermes ve Hermetik Düşünce, Sufi Kitap, İstanbul 2017, s. 161.

[8] M. Kayahan Özgül, a. g. e., s. 168.

[9] Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Dersleri, Hazırlayan: Abdullah Uçman, Dergâh Yayınları, İstanbul 201, s. 187.

[10] M. Kayahan Özgül, a. g. e., s. 175.

Diğer Yazıları

YERYÜZÜNDE YALINAYAK

İçten dışa, dıştan içe; seferlerimiz... Yeni yılın ilk yazısı Leyla İpekçi'nin kaleminden. Dünya, bütün hikayemiz burada, yol arkadaşlığımız. Çıkıp gidemeyeceğimiz içimiz dışımız. Kimine cife, zindan, cehennem. Kimine cennet. Kimine ateş [...]

BENLİK KİBRİ; ÖĞRENMENİN ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGEL

Ben bilirim egosu. Bilmeyi kartvizite, unvana, diplomaya, sertifikaya sıkıştırmak.  Kendimizi bilmekten, varlığa faydalı olmaktan çok adımızdan söz ettirmek, unvan, itibar, makam için  öğrenmek. Leyla İpekçi öğrenmenin, bizi aslımızla sürekli irtibat [...]

ÖĞRENMEK KALPTEN KALBE GEÇİŞTİR

ABAD Blog'da Genç Bilgeler diye bir köşemiz var. Leyla İpekçi'nin iki yıl önce kaleme aldığı ama hala dün yazılmış gibi güncelliğini koruyan bu çok önemli yazı dizisinden derlenen kesitler işte [...]

ÇÜNKÜ HARFLERDE “İNSAN” SAKLIDIR

"Yazarken hep sevdiğimle beraber olmak için yazarım. Aşk duygumun tecellisi bu yüzden yazmakla zuhur eder. Yıllar içerisinde dünyaya, hayata ve insanlığa dair en dip manâları hep kalemimin ucundan sayfalarıma indirdikçe [...]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir