Başkası Olduğun Yer hakkındaki fikirlerime geçmeden önce, bir yazarın gözlerine bakmış olmanın, o yazarın kitabını okurken hissedeceklerimiz ve anlayacaklarımız üzerinde mühim bir tesiri olduğunu söylemek isterim.
Duyguyu, duygu yüklü metinleri okumayı çok seven birisi olarak, Leyla İpekçi’nin nahif bir üslupla yazmış olduğu bu romanı da çok sevdim. İlahi ve kahraman bakış açısıyla yazılmış, anlatımında durumlara odaklanılmış bir eserdi. Romanın tasavvufi yönü açısından değerlendirmek gerekirse, hâllere odaklı bir metin olduğu söylenebilir.
Kitap, adını roman boyunca öğrenmediğimiz kahramanın dünyayı o anki duyuşunun tasviriyle başlıyor. Birkaç sayfa çevirdikten sonra yazarın, kahramanın babaannesinin vefatı üzerinden ölümü anlatmaya çalıştığını anlıyoruz. Kitabın sezdirmelerle ilerliyor oluşu, okura farklı bakış açıları sunuyor. Yazar, kitaptaki tasavvufi temelli anlatısını kendi bakış açısından ele alıp, aynı zamanda okur için açık kapılar bırakmış. Ancak hangi açıdan bakılırsa bakılsın, temel ide, hep aynı. Örneğin iki kişi bir binaya farklı açılardan bakıyordur ancak baktıkları bina aynıdır, sadece biri ön cephesine, diğeri arka cephesine bakıyordur, bunun gibi.
Kitabın başkahramanı olan kadın, etrafında gördüğü her şeyde Hakk tecellisi arayan, oldukça sorgulamacı, kitabın atmosferine bakılırsa mahzun bir karakter. Oldukça kuşbakışı anlatılmış bir mutfak sahnesinde, kahramanın Erhan adında biriyle evli olduğunu öğreniyoruz. Böylelikle genel anlamda tasavvufi temelli bu esere, kadınsı bir duygusallık da ekleniyor. Kitapta temel bir teslimiyet öğretisiyle birlikte, gündelik hayatta insanoğlunun ne kadar boş bir sebepler zincirinin, ama ve çünkülerin peşine takıldığını görüyoruz.
Bir cevap yazın