Evlerde camların önünü süsleyen, çay yudumlarken kokularıyla renkleriyle balkonları şenlendiren, asırlardır şairlerin şiirlerini de bezeyen çiçekler var etrafımızda. Hepsi ayrı ayrı nazlı. Güneşle okşanmak, suyla canlanmak istiyor çiçekler. Hepsi ayrı ayrı nazlı. Onlardan yüz çevirdiğimizde, su vermeyi kestiğimizde, karanlık odalarda tutup güneşlerini ellerinden aldığımızda, güçsüz düşüyorlar. Boyunlarını büküyor, solmaya yüz tutuyor, mahzun mahzun bakıyorlar yüzümüze. Yapraklarının arasında duran tohumları toprağa düşünce, yeni bir hayat doğuyor oradan, Yağmur yağdıkça yeni bir çiçek fidan veriyor, güneş vurdukça renkleri açığa çıkıyor, gonca oluyor, bir bâd-ı sabâ esiyor, açtırıveriyor goncaları bir nefeste. İnsan da farksız bir çiçekten. İnsanın gönlü bir çiçek, suyu zikr-i Hakk, güneşi de mürşid-i kâmilin yüzünde seyredilen aşk güneşi, ondan duyulan bir hecelik aşk fısıltısı.
“İşitin ey yârenler aşk bir güneşe benzer”
İnsanın gönlünü mesken edinmiş hakikat goncasını açtıran bâd-ı sabâ gibi mürşid-i kâmilin fısıltısı. İki dudağının arasından hakikat süzülüyor ince ince. Çiçekler, güneş neredeyse oraya dönüyor yüzünü. Şimdi biz de güneşini arayan gönüllerimizi, fırsat bu fırsat deyip dönelim bir Üsküdar güneşine.
Zakirzade Abdullah Efendi’nin güneşi, Selami Ali hazretlerinin bahçesine doğmuş, Selami Ali Efendi de oraya çevirmiş gönlünü. Güneş görmüş çiçek gibi açmış sinesini o tarafa.
“Ey gonca açıl zevkini sür fasl-ı baharın”
Kadim şehirlerin güneşliğini üstlenenlerden olmuş Selami Ali Efendi. Zakirzade Abdullah Efendi’den hilafetini alınca irşad vazifesiyle Bursa’ya gitmiş. Bursa’da Emir Sultan ve Namazgah dergahlarının şeyhliğini, Eyyub Efendi Tekkesi’nin postnişinliğini yapmış. Selami Ali hazretleri, Celvetiyye bahçesinin gülü. O Bursa’da irşad vazifesiyle görevliyken, medine-i Üsküdar’da Divitçizade Mehmed Efendi, yani Hüdayi âsitanesinin şeyhi vefat edince oradaki irşad görevini üstlenmiş. Selami Ali Efendi hem Celveti tarikatına mensup bir eren, hem de bu tarikatın Selamiyye şubesinin piri olmuş.
Selamsız Şeyh
“Bana nafilelerle yaklaşan kulumun gören gözü, işiten kulağı olurum.”
Kamiller kendiliksiz, işleri de öyle. Hak, onların gören gözü, işiten kulağı olmuştur der erenler. İşlerine akıl sır ermez bazen. Anlamakta zorlanırız. Hızır Aleyhisselam’ın işlerini bir türlü kavrayamayan Musa peygamber misali. Selami Ali hazretlerinin “Selamsız Şeyh” menkıbesi Hızır ve Musa kıssasını getirir aklıma.
Hazreti Musa bir gün Hızır’la karşılaşır, onunla yoldaş olmak ister ama, Hızır Musa’ya, bu yoldaşlığa dayanamayacağını söyler. Nihayet yoldaş olurlar. Bu arkadaşlık sırasında Hızır, bindikleri bir gemiyi deler, karşılaştıkları bir erkek çocuğunu oracıkta öldürür ve kendilerini misafir etmedikleri halde bir köyün yıkılmakta olan duvarını düzeltir. Hazreti Musa bu işlere akıl erdiremez. Hızır’a “Sen kötü işler yaptın, gemiyi deldin, yargılamadan bir masumu öldürdün, karşılığını alabilecekken de seni misafir bile etmeyen bir köyün duvarını tamir ettin,” der. Hızır ise, “Ben sana bu yoldaşlığa dayanamazsın, soru sormadan yürü dememiş miydim?” der ve devam eder: “ O gemi bir fakir köylüye aitti, deldim, çünkü yakınlarında önüne gelen her sağlam gemiyi batıran bir gemi vardı, o çocuğu öldürdüm çünkü birer mümin olan anne babasını inkara sürükleyecekti, o duvarı tamir ettim, çünkü altında iki yetimin hazinesi vardı,” der.
Belki Musa’yı telemmüz eylese etmez kabul
Hızr ile hem-râh olan kes eylemez çün ü çera
İşte Selami Ali Efendi’nin de adı “selamsız şeyh” imiş. Selami Ali Efendi, dışarı çıktığı vakitlerde, hiç sağına soluna bakmadan, önüne bakarak yürürmüş. Etrafına bakmadığı için de sağında ve solunda ona selam vermek için ayağa kalkan insanları görmezmiş. Dervişlerinden biri bu işe şaşırmış, sebebini merak etmiş ve şeyhine sormuş:
– Siz neden size selama duran insanlara karşılık vermiyorsunuz sultanım?
Selami Ali Efendi de bu soruya karşılık dervişine, bir daha selam edenler olduğunu görürse söylemesini istemiş. Bir süre sonra insanlar yine selama durduğunda, derviş, Selami Ali Efendi’ye:
– Bakın yine selam veriyorlar, demiş. Selami Ali Efendi de dervişin gözlerindeki perdeyi kaldırmış. Derviş, şeyhine selam veren insanları, siretlerinden yansıyan çeşitli hayvan suretlerinde görmüş. Bir de gördüklerini açıktan açığa söylemeye başlayınca, kendilerine hakaret edildiğini düşünen halk dervişi dövmüş. Selami Ali Efendi de, dervişine bir daha selamına karışmamasını söylemiş. Hızır ile hemrah olanların sorgusu olmazmış.
Kükreyen Bir Aslan
Evliya menkıbelerinin çoğunda çeşitli hayvan sembolleri vardır. Büyüklerimizden öğreniyoruz ki, bu hayvanlar nefsi sembolize ederler. Her hayvan, nefsin kötü bir sıfatını, kontrol altına alınmadığında, secde ettirilmediğinde kişinin kendisine zarar veren bir hususiyetini temsil eder. Hacı Bektaş-ı Veli tasvirlerinde mesela Aslan ve Ceylan yanyana durur hazretin dizinin dibinde. Celal ve Cemal onlar da uyum içindedir. Eğer terbiye edip o hayvanları insana kavuşturmazsak bize davranışlarımıza yansır ve önce kendimize sonra da etrafımıza zarar verirler. Oysa terbiye gören Aslan Ceylan’la bile yanyana durur dost olur, ona bir zararı dokunmaz. Bizim emirlerimize göre hareket ederler. Erenler bu hayvanatı hükümleri altına almışlardır.
Bir gün Selami Ali dervişleri, gezintiye çıkmışlar, bir tevafuk olmuş, o sırada da padişah gözdeleriyle birlikte gezintiye çıkmış, geziyormuş. Dervişleri gören padişah hiddetlenmiş, “Söyleyin Selami’ye, aygırlarını toplasın,” demiş. Bu laf Selami Ali Efendi’nin kulağına gelince, bir şekilde padişaha şu cevabı göndermiş:
“Siz de söyleyin padişaha, o da kısraklarını toplasın.”
Bunu duyan padişah öfke ile kılıç çekerek Selami Ali dergahına gitmiş ama, Selami Ali Celal yüzüyle görünmüş, Efendi’nin yanında şiddetle kükreyen bir aslan varmış. Bunu gören padişah kılıcını Selami Ali hazretlerine uzatmış, özür dilemiş, bundan sonra dost olmuşlar birbirleriyle, sık sık dertleşmişler. Ne demişler,
“Bu yolda acâib çok sen acâib anlama”
Bir cevap yazın