GÜL FASLI

 

Gül-i ruhsаrınа kаrşı
Gözümden kаnlı akаr su
Hаbibim fаslı güldür bu
Akаr sulаr bulаnmаz mı

 

 

Bülbüller hep güle karşı zar, lakin gülün nazına ancak pervane katlanır. Narında gülün sessiz sedasız yanmaya ancak o razı olur. Ayşe Nida Karakoç gül faslından bahsetti. Gazel tadında. Şövket Elekberova’nın sesinden Fuzuli Kantatası eşliğinde okumalı bu yazıyı…

Ayşe Nida Karakoç
ABAD Blog için yazdı.
29 Ekim 2021

Gönül geniş bir vadiye açılır bir çiçeğe bakınca. Ferahlık eser narin bedeninden. Bir çiçek gibi var olmak ne hoş. Kök salmadan, dünyaya kazık çakmadan, az sonra kalkıp gidecek gibi ama bu sayılı anlarda elinde avucunda ne varsa dostun önüne sermek ister gibi. Yaklaştıkça o naif varlığı ile içinizi doldurur. Ciğerlerinize hava olup dolar kokusu.  Azıcık göz göze gelseniz genç bir kalp gibi çarpar durur, tüm renkleriyle gözlerinize usulca sızıverir. Hiç ses etmeyen, yormayan bir misafir gibi, yorgun bir günün ardından sizi dinlendirmeye gelmiş eski bir dost gibi. Çiçek deyip geçmeyin, çoğu insandan içlidir bir boynu bükük karanfil. Yara sarar, çay olur, ilaç olur, şifa olur, sağaltır hatta dert dinler, halden anlar. Bir menekşeniz varsa balkonunuzda her sabah bir bardak suya tedavi oldunuz demektir baştan ayağa.

 

Çiçeklerin hepsi ayrı güzeldir, fakat gül başka.  O al fistanlı güzelin yeri bir ayrıdır bu topraklarda. Güzelliği dillere destan olmuştur gülün. Seven sevdiğine gül verir, babaanne torununu “gülüm” diye çağırır. Türkülere, deyişlere, gazellere nam salmıştır gül nazıyla, endamıyla. Andelîban seherlere dek gül için ağlar, bağban bir tek gül için bağını hâre verir.

 

Gül ider nâz eyleyüp bülbül niyâz ‘âlem bu yâ

Ben dimem ey gonca eyle terk-i nâz ‘âlem bu yâ

 

Gül güzeldir, güzeli güzele teşbih etmek de güzeldir, işte bu yüzden, divan edebiyatının kadim şairleri al fistanlı gülü güzeller içre bir güzel olan sevgililerine benzetmişler en çok. Gül sevgiliye remiz olunca, bülbül de aşığın yerine geçmiş. Aşıklar niyaz etmiş, goncanın açılmasını, sırrını fısıldamasını istemiş şairler hep bülbülün kulağına, âyan olsun istemişler gülün güzelliği, ama âlem bu ya, tutup seher vakti bülbülün uyukladığı vakti bulmuş açılmak için gül. Nâzından vazgeçmemiş. Sevgili nazlı, âşık niyazlı gerek. Altı asır boyunca bülbülün yerine kendilerini koyup ağlamış divan şairleri. Aşığın gözü yaşlı olur demiş büyükler.

Hep mi kırmızıdır nazlı gül? Gülün her çeşidi kırmızı olmasa da kırmızılığıyla ayrı bir överler gülü. Ama malumdur ki, pek nazlı bir sevgili olan gül, al düzgününü yüzüne sürmezden evvel kar beyazı imiş. O niyazını terk etmeyen bülbül bir gün gülden uzaklaşmaya dayanamamış, gelmiş, dalına konmuş gülün. Gülü seven dikensiz gül olmadığını da bilir elbet. Gülün dikeni bülbülün bağrına batmış, kanatmış, bu kanla yanağını boyayan gülün kırmızısına boyanmış sinesi. Cân vermiş bülbül, cânâna tâlip olmuş. Sevgilinin aşığına cefâ etmesi, aşığı sevgiliye muhatap kılar, demek ki gül de bülbüle alakasız değil imiş. Öyledir ki aşk ateşi aşıktan önce maşuğa düşermiş.

 

“Aşk odu evvel düştü mâşuka andan âşıka

Şem’i gör kim yanmadan yandırmadı pervâneyi”

 

“Mest_i nâzım kim büyütdü böyle bî-pervâ seni

Kim yetiştirdi bu gûne servden bâlâ seni”

 

Kâmiller, emekle resmolunmuş bir tablonun renklerine bakarken, tablonun güzelliğinde gizli olan o fırça darbelerini görürler. Sanata bakıp sanatkârı, zanaata bakıp zanaatkârı görürler. Hal böyle olunca, güle bakan şair de bahçıvanı görür. Zira gül, yetişmesi pek zor bir çiçektir, sürekli sulanmak ister. Yetişirken bile dikenine katlandıran gülün açılması için, kim bilir nelerden geçmek, neleri terk etmek gerektir?

 

“Ârızun yâdıyla nem-nâk olsa müjgânım nola

Zâyi olmaz gül temennasıyla virmek hâre su”

 

Şüphesiz kendi cânını, kendi varlığını terk eden erişir sevgilinin vaslına. Mumun alevine atlayınca yanacağını biliyordu belki pervane, amma yine de atladı o aleve. Bülbül firkate takat getiremeyip, sinesini gülün dikenlerine hedef tahtası yaptı. Kirpiklerinin yüreklerine saplanacağını bile bile sevgilinin nazlı bakışlarını anlatmaktan vazgeçmedi şairler, âşık cânından geçti, cânânından geçmedi.

 

“Bir nigâh-ı nâza şâyân olduk amma neyleyim

Sinemiz amaçgah-ı tîr-i müjgân oldu hep”

 

Âşık feryâdında samimi oldukça, bahar vakti yaklaşır, bülbülün feryâdı tamam olur, gül sırrını bülbüle verir, konuşan gül olur artık bülbülün nağmelerinden, belki de o yüzden bu kadar hoştur bülbülün sesi. Gül kırmızılara bülbülün kanıyla boyandıysa da, bülbül de çilesi tamam olunca gülün rengine boyanmıştır artık. Ne demişler;

 

“Gonca gülsün gül açılsın cûy feryâd eylesin

Sen sus ey bülbül biraz gülşende yârim söylesin” 

Diğer Yazıları

TAŞLARIN FISILTISI

Taş kalpli derler ürpermeyen, iki damla yaşa yol vermeyen kalbe, bizim Yunus dahi sorar "taş gönülde ne biter" diye. Aşkın en uzağı mıdır "taş". Bu denli ümitsiz mi taşın durumu?  [...]

SÖZ NİYAZA DURUNCA

Ayşe Nida Karakoç, nidanın peşinde, kendi sesinin, o ilk sesin. Neye üflenen, ciğerlerimize çektiğimiz o ilk nefesin. O sesin çoğalarak kelimelere; sevmeye, sevilmeye, ayrılığa, kavuşmaya, hasrete, gurbete, şiire, türküye, duaya [...]

ÜSKÜDAR’DA BATMAYAN BİR GÜNEŞ: SELAMİ ALİ EFENDİ

Gel şimdi kardeşler gidelim bile, Nice aşıkların bağrını dele, Cebrail delildir, Ahmet'e bile, Bir kamil mürşide varmazsan olmaz. Her Ahmed'e delil bir Cebrail vardır. Delilsiz gidilmez yollar yamandır. Kamillerin mirası [...]

İSTANBUL’DA HASRET

Gel, gel ki cümle savm u salâtın kazası var Sensiz geçen zaman u hayatın kazası yok Andeliban tek bir gül için öter, Ferhad Şirin’e meftun Mecnun Leyla’ya. O adı dilden [...]

One Comment

  • blank Alim Ayhan dedi ki:

    Ayşe Nidanın gül yazısını temmuzda oruçlu birisinin iftarda içtiği su gibi bir yudumda okudum , galiba kaç sefer daha aynı iştahla okuyacağım.Bu övgülerden gül bile utanmıştır.teşekkür ederim

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir