_ _. /._ _./._ _./._ _
Matla-ı güneş genc-i gönül aşk serâpa
Âşık dili şeydâ gözü giryân ola cânâ
(Güneşin ışık kaynağı, gönül hazinesi, baştan sona aşktır ve âşık da gözü yaşlı ve gönlü yaralı gerektir.)
İklîm-i derûnunda münâdî sana ne der
Meftunum o demden beri gördüm seni şâhâ
(Ey can! Gönül iklimindeki tellallar senin içine ne diyor bilemiyorum ama, ben seni fark ettiğim o andan beri sana meftunum.)
Derbân-ı serâyın bizi almaz mı kapından
Şüphem bu ki sensiz yüreğim bulmaya safâ
(Sarayının kapıcısı beni içeriye almaz mı? Eğer almazsa, korkarım ki kalbim saadete erişemeyecek.)
Gönlümdeki hasret gamı geçmez seli dinmez
Lutfet eyâ şâhım dil-i bîmârıma şifâ
(Gönlümde tuttuğum sırrın, hasretin, ne üzüntüsü geçer, ne de gözyaşlarım diner. Ey şâhım, şu hasta gönlüme bir nebze şifa lutfet.)
Tavsîf edemem vasfını devletlü azizim
Evsafına mecnun biri var mahlası Nidâ
(Ey sevgili, birbirinden güzel sıfatlarını nitelendirmeye gücüm yetmiyor, ancak o sıfatlarına mecnun olabiliyorum.)
Başlangıcı 13.asır olarak kabul edilebilecek altı küsür asırlık klasik, Türk divan edebiyatında belli türlerin ön plana çıktığı devirlerin mevcut olmasıyla birlikte, gazel türü, şüphesiz hiç şöhretini ve yaygınlığını yitirmemiştir. Öyle ki, edebî psikolojinin epey asabi ve ateşli olduğu yenileşme devirlerinde bile gazel bir süre daha yaygınlığını korur. Kaynaklarda gazel türünün kaynağı Arap edebiyatı olarak gösterilir. Gazel türü beyitlerle ve aruz vezniyle kurulmuş, daha çok beşerî ve hayalî aşkı konu alan, “sevgili” temalı bir türdür. Gazeldeki hayalî aşkı tasavvufi temeller üzerine oturtan Fuzuli, Şeyh Galip gibi divan şairlerinin çokça mevcut olması ise aslında divan edebiyatının başlıca kaynağının tasavvuf olduğunu gösterir. Yukarıdaki gazel ise, hayalî aşk bağlamında ve aşkın aslına bir temenni olarak değerlendirilmeli.
Klasik edebiyatta sevgilinin ve âşıkın yukarıdaki gazelde geçenlerden çok daha fazla hususiyeti vardır. Nitekim ilk beyitte âşığın gözünün yaşlı, gönlünün yaralı olduğu pek çok şiirde vurgulanır, bu gazelde hem ilk beyitte, hem de dördüncü beyitte aşığın gözünün yaşlı olduğu, gönlünün hasta olduğu vurgulanmış. Çünkü âşık hep niyaz eder, sevgili nâz.. Âşık perişandır, sevgili vakur..
Sevgili, genellikle âşığa yüz vermeyen, nâzı dağlar aşmış bir karakter olarak karşımıza çıkar. Âşığına meyletmez, sürekli aşığa eziyet eder, aslında bu eziyeti de âşığın muhatap alındığını gösterir ki bu hâl âşık için saadetli bir haldir, ancak ikinci beyitte durum genelde olduğundan biraz daha farklı, âşık karakteri, sevgilinin iç dünyasının bilinmezliğinden dem vuruyor. Buna son beyitteki sevgilinin sıfatlarının bilinmezliği, tasvir edilemezliği de dahil edilebilir.
Bir “kûy-ı yâr” mahallesi bulunur ki bu divan edebiyatında, navigasyona yazmakla o mahalleye gidilmez. Âşık hep kûy-ı yârda, sevgilinin köyünde, mahallesindedir yani. Ancak bu gazelde sevgiliye mekân olarak bir saray tabiri kullanıldığı için, sevgilinin de padişah olarak nitelendirildiği söylenebilir. Gazelden anlaşıldığına göre, o sarayın kapıcısı, aşığı içeri almamakta diretecek olursa, âşık bir ömür saadet bulamayacak.
Bir cevap yazın