FETHİN MANA YÜZÜ; AKŞEMSEDDİN HAZRETLERİ

Şöhretin ve teveccühün doruğunda iken İstanbul’un taşrasında gözlerden uzak sessiz sakin Göynük’te talipleri, aşıkları irşad eden, çocuklarını “benim alim, şair ve fazıl” oğlum diye severek büyüten aşk ve irfanın kaynağı olmuş bu büyük gönül sultanını bir çok kaynaktan yola çıkarak her yönüyle anlatan ve fethin görünmeyen ama inşa eden yüzüyle bizi tanıştıran bu değerli eser dikkatle okunmalı.

Editör
ABAD Blog için yazdı.
31.05.2022

29 Mayıs Pazar İstanbul’un fethinin seneyi devriyesi, yıl dönümüydü. Bizim millet fetihleri sever. Hamdolsun tarihimiz de fetihler ve fatihler mevzu bahis olduğunda diğer dünya milletlerinin hiç de gerisinde kalacak gibi değildir. Tarihimiz büyük askerler, komutanlar, mareşaller konusunda da zengindir çok şükür.

 

Bu fetih sevgimiz sadece güçlü ve büyük olana duyulan bir hayranlıktan olmasa gerek. Zira milletimiz bilmez gözükse de bal gibi de bilir ki fethetmek tarla almak, arazi çevirmek, toprak sahibi olmaktan daha fazlasıdır. Fethin bir de içi vardır. Askerin, leşkerin ayak bastığı toprağı tüm mahlukat için güvenli, adil emin bir belde kılan bu içtir şüphesiz. Fetih kapısını açıp, dahil olduğunuz her neyse onu yükseltmek de demektir. Değerini arttırmak, kıymetlendirmek, abad ve imar etmek demektir. Taşrayı merkez haline getirmek, ekmek biçmek, tezyin etmek, güzelleştirmek anlamlarını da buna dahil edelim. Çocukların, kadınların, yaşlıların, ağacın, kurdun kuşun hakkının eksiksiz verildiği bir şehir inşa etmektir. Meselenin toptan, tanktan, tüfekten ibaret olmadığını toprağı işlemekle, kültür, dünya görüşü, insan olmaya dair bir derinlikle ilişkisi olduğunu söylememe dahi gerek yok. Bin yıldır gönüllerin fethi deyip duruyoruz zira.

 

Fethin yıl dönümünde çok değerli bir kitabın tanıtımı yapıldı Ankara’mızda. Velüd akademisyenler Mustafa Tatçı ve Gülten Küçükbasmacı hocalarımız “Fetih ve Fatih” konulu hamasi paylaşımların, konferans, panel ve sempozyumların hatırlattığı kadar geçiştirdiği, savdığı bu özel günü emek mahsulü bir eserle unutulmaz kıldılar: Akşemseddin Kitabı.

 

Akşemseddin Hazretlerini güçlü, muktedir, dahi Fatih Sultan Mehmet Han’ın hocası diye anlattık, anlatırken aslında biraz da tükettik durduk lakin hazrete dair tarihsel, romantik, hamasi bir bakışın fevkinde ilk elden kaynaklara, menakıblara, kroniklere, seyahatnamelere müracaat edilerek kapsayıcı ve bütünlüklü bir eseri vücuda getirmek yine bu işin emektarlarına düştü.

 

Eseri inceledim. Alanın uzmanları kadar konuya ilgi duyan farklı disiplinlerden her okur yazar için bir kaynak kitap olduğuna şüphe yok.

 

Akşemseddin’in zamanının çok ötesinde, batılı dünyanın ancak 200 yıl sonra erişebileceği bir kavrayışta, genişlikte hazık bir hekim olduğunu bilenler bilir. Hastalıkların kökeninin mikroplar olduğunu laboratuvara girmeden gerçek bir hekim feraseti ile gören Akşemseddin otların, dağın, taşın, ağaçların kendisiyle konuştuğu, içlerinde gizli şifadan haber verdiği hikmet sahibi bir eczacı imiş. Amasya’nın meşhur Sabuncuoğlu şifahanesinde, yani dönemin en meşhur tıp fakültelerinden birinde eğitim gören hazret Fatih’in kızını ve kazaskeri Süleyman Çelebi’yi saray doktorlarının dermanından aciz kaldığı marazlarından iyileştirmişti.

 

Üstadı Hacı Bayram Veli’nin Sultan Murad Han’ın sorusu üzerine Konstantiniyye’nin fethi bize olmasa da bizim Köse ile beşikteki oğlunuz Mehemmed’e nasip olur müjdesini yıllar sonra gerçekleştiren Akşemseddin koca şehrin fethinin ardından Sultan’ın hiç bir hediyesini kabul etmeksizin gençlik yıllarında hoş bir dem geçirdiği gönlünün meylettiği Göynük’e göçer.

 

Sultan’ın dervişlik talebine verdiği cevap kulaklarımıza küpe olmalı: “adaletle hükmetmek padişaha velayet ve keramettir”

 

Şöhretin ve teveccühün doruğunda iken İstanbul’un taşrasında gözlerden uzak sessiz sakin Göynük’te talipleri, aşıkları irşad eden, çocuklarını “benim alim, şair ve fazıl” oğlum diye severek büyüten aşk ve irfanın kaynağı olmuş bu büyük gönül sultanını bir çok kaynaktan yola çıkarak her yönüyle anlatan ve fethin görünmeyen ama inşa eden yüzüyle bizi tanıştıran bu değerli eser dikkatle okunmalı.

 

 

 

Diğer Yazıları

YERYÜZÜNDE YALINAYAK

İçten dışa, dıştan içe; seferlerimiz... Yeni yılın ilk yazısı Leyla İpekçi'nin kaleminden. Dünya, bütün hikayemiz burada, yol arkadaşlığımız. Çıkıp gidemeyeceğimiz içimiz dışımız. Kimine cife, zindan, cehennem. Kimine cennet. Kimine ateş [...]

BENLİK KİBRİ; ÖĞRENMENİN ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGEL

Ben bilirim egosu. Bilmeyi kartvizite, unvana, diplomaya, sertifikaya sıkıştırmak.  Kendimizi bilmekten, varlığa faydalı olmaktan çok adımızdan söz ettirmek, unvan, itibar, makam için  öğrenmek. Leyla İpekçi öğrenmenin, bizi aslımızla sürekli irtibat [...]

ÖĞRENMEK KALPTEN KALBE GEÇİŞTİR

ABAD Blog'da Genç Bilgeler diye bir köşemiz var. Leyla İpekçi'nin iki yıl önce kaleme aldığı ama hala dün yazılmış gibi güncelliğini koruyan bu çok önemli yazı dizisinden derlenen kesitler işte [...]

ÇÜNKÜ HARFLERDE “İNSAN” SAKLIDIR

"Yazarken hep sevdiğimle beraber olmak için yazarım. Aşk duygumun tecellisi bu yüzden yazmakla zuhur eder. Yıllar içerisinde dünyaya, hayata ve insanlığa dair en dip manâları hep kalemimin ucundan sayfalarıma indirdikçe [...]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir