EL KÂRDA GÖNÜL YÂRDA

Dr. Tolga Keskin tasavvuf ve iktisat ilişkisi, tevhid düşüncesinin hayata nasıl yansıdığına dair güncelliğini her zaman koruyan bir konu üzerine tespitlerine devam ediyor. Sufi kendi varlığını büyük varlık içinde yok eden, eriten kişidir. Onun için her veli bir şehittir. Kesintisiz bir gayret ve çaba ile kendinden vererek, kendini vererek varlığın tekamülüne hizmet eder.

Sufi kendi istidadı kadar dönemin acil ve yakıcı ihtiyaçlarına göre bazen bir yarayı sarar, bir hastaya su verir, ağaç diker, imar eder; kılıcıyla adalete, ilmi ve basireti ile devlete ve millete, ticareti ile cemiyete yönelir. Ama tüm bunları kendi için değil cem-iyet için o büyük varlık için yapar durur. 

Keskin aynı zamanda yazısında bugüne de öğütler veren, yoksulun, altta kalanın halini gözeten insaflı, izanlı bir fiyat politikasına dair geçmiş uygulamalardan çarpıcı örnekler de sunuyor. 

Dr. Tolga Keskin
ABAD Blog için yazdı.
04.01.2022

 

(Tasavvuf-İktisat İlişkisi Üzerine Yazılar-2)

 

Toplum İçinde Sûfî: Pazar ve Fiyat

 

“Hakkın vücûdunun, her şeyin başlangıç ve neticesi olduğunu bilen bir mutasavvıf için hürriyet, ferdî ve insiyakî zaafları küllî irâdenin potasında eritip, küllün malı yapmak ve fenâdan sonra kavuşulan bir bekâ ile, yani îman ve aşk ahlâkı ile, yeniden dünyaya dönmektir ki, işte, cemiyetler ne kazanmışsa, yokluktan sonra varlığa ermiş bu sistem ve karakter sahiplerinden kazanmıştı. Zira İslâm’da tasavvuf, sadece kuru bir nazariye değil, bir aksiyon, bir yaşama ve hayat tarzı idi.” (Samiha Ayverdi, Âbide Şahsiyetler, Kültür Bakanlığı, İstanbul, 1976, s. 98.)

 

 

‘El Kârda Gönül Yârda’ ana başlıklı yazı dizimizin birinci bölümünde tasavvufun insanı dünyaya karşı pasif bir tavır almaya değil aksine çalışmaya teşvik ettiğine, Hak rızasından başka bir hedef ve dünyevi iddialar taşımaması gereken bu çalışmalar için motivasyon sağlayan temel unsurlara, tasavvuf-iktisat ilişkisinin kurulabileceği temel kavramlara ve teşkilatlara çok kısa bir giriş yapılmıştı. Bu bölümden itibaren sufilerin toplumsal ve iktisadi hayat içindeki konumları ve faaliyetleri somut örneklerle birlikte ele alınacaktır.

 

Bu konuda verilebilecek tüm örneklerden de anlaşılacağı üzere sûfîler asla toplumdan uzak durmamışlar, toplum içinde yer almanın sıkıntılarına katlanmışlar ve ömürlerini hizmetle geçirmişlerdir. Allah ile olan bağları her zaman canlı kalmış ve toplumsal hizmetler için onlara motivasyon, enerji ve sabır kaynağı olmuştur. Sufiler helal kazanç ile geçimlerini sağlamaya ilave olarak hayatın her alanında insanlığa yol göstermek, örnek olmak, istikamet vermek, hizmet etmek, kamu düzenine destek olmak gibi saiklerle doğrudan yola dolaylı olarak iktisadi ve sosyal hayata dahil olmuşlardır.

 

Hemen her sûfînin bir evi, âilesi ve geçimini temin ettiği bir işi vardır. Esasen sûfî toplum içinde Allah’la beraber olan kişidir. Gâyesi, aza kanaat etmek değil, çok kazanıp insanlık için harcamaktır. İstisnalar olmakla birlikte sûfîlerin genel dünya anlayışı budur.” (Mustafa Tatcı, “Tasavvuf ve Rumuz”, Yesevîlik Bilgisi, (haz. Cemal Kurnaz, Mustafa İsen, Mustafa Tatcı), Ahmet Yesevî Vakfı, Ankara, 1998, s. 25.)

 

Bazı sûfîler doğrudan iktisadi ve sosyal hayata somut katkılar sunarken, bazıları düşünce dünyasına katkı yapmışlardır. Aksiyoner bir sosyal hayat takip edenler olduğu gibi fikirleriyle, sohbetleriyle, eserleriyle düşünce dünyasını şekillendirenler de olmuştur. Sûfîler arasındaki tavır ve uygulama farklılıkları kendi istidatları ile ilgili olduğu kadar, dönemin şartları, coğrafyanın imkanları ve toplumun ihtiyaçları ile de ilgilidir.

 

İktisadi ve sosyal hayatın içinde sufiler arandığında onların temel meslekleri ve zanâatleri icra ederken, esnaflık yaparken, geçimlik ekonomi faaliyetlerinde, tarım ve hayvancılıkta, sanâyi, ticâret ve finans alanındaki çalışmalarda, siyasî, askerî ve idârî hizmetlerde, sosyal, kültürel ve ilmî faâliyetlerin içinde ya da iktisat düşüncesi ve ahlâkını şekillendiren fikirlerde görebiliyoruz.

 

Bu yazıda günümüzde yoğunlaşan piyasa ekonomisi, arz-talep dengesi ve fiyat oluşumu tartışmalarına yönelik bir kaç örnekle iktifa edelim:

 

İbrâhim b. Edhem (v. 777)’e, ‘et pahalıdır’ dediklerinde ‘Almamak sûretiyle ucuzlatınız’ demiştir. (Ebu’l-Kâsım Abdulkerim Kuşeyrî, Tasavvuf İlmine Dâir Kuşeyrî Risâlesi, (haz. Süleyman Uludağ), Dergâh Yay., İstanbul, 2009, s. 96). Bu cevap bugün de iktisatta büyük oranda geçerli olan ‘bulunmayan mal pahalı, alınmayan mal ucuz olur’ prensibine uygundur. Bu örnek ticârî bir meta karşısında zâhidâne tavır takınmanın piyasa fiyatını düzenlemede etkisinin beklendiğini göstermektedir.

 

Peygamberimizin alışverişte pazarlık yapmayı tavsiye etmesinin de benzer bir hikmeti bulunmaktadır. Pazarlığın amacı bir malı ederinden daha ucuza temin etmeye çalışmak değil, ürünün piyasada gerçek değerinin oluşmasına, helâl olmayan aşırı kârın önlenmesine ve gelir seviyesi düşük insanların alım gücünün artırılmasına katkı sağlamak olmalıdır. Resulullah (sav), piyasada spekülasyon, belirsizlik ve anlaşmazlığa yol açacak işlemlere engel olmak için tedbir aldığı gibi, savaş şartlarındaki pazara ürün getiren tüccarların kaçmaması ve ahalinin sıkıntıya düşmemesi amacıyla, darlık ve bolluk verenin, rızıklandıranın Allah olduğunu, kimseye haksızlık yapmak istemediğini ifade ederek tavan fiyat belirlemesine (narh’a) mesafeli durmuştur. Sonraki dönemlerde konu daha farklı piyasa şartlarında gündeme geldiğinde fiyatların aşırı yükselerek halkın ezilmemesi adına narha izin verildiği bilinmektedir. (Diyanet İşleri Başkanlığı, Hadislerle İslâm, (ed. Mehmet Emin Özafşar, İsmail Hakkı Ünal, Yavuz Ünal, Bünyamin Erul, Huriye Martı, Mahmut Demir), C.5, İstanbul, 2020, s. 114.)

Bu konuda hüküm verilirken dikkat edilmesi gereken husus, piyasa şartlarının iyi ortaya konması, uygulamanın hangi niyet ve maksatla yapıldığının tespiti ve adaletin gözetilmesidir.

 

İsmail Hakkı Bursevî (v.1724) de ilkesel olarak bir malın fiyatının piyasadaki arz/talep durumuna göre oluşacağını, gıdanın bolluk/kıtlık durumuna göre kendi kendini ucuz ya da pahalı hale getirdiğini, herhangi bir tavan fiyata gerek olmadığını kabul etmektedir. (Fatih Ermiş, Osmanlı’da İktisâdî Düşünce Tarihi, Albaraka Yayınları, İstanbul, 2020, s. 157, 158.) Ancak, “ehli zemâne ziyâde bîinsaf olmağla sa’rın (narhın) lüzûmu vâzıhtır” diyerek fiyatlarda tabiî olmayan aşırı yükselmeye karşı kamunun genel menfaatleri gözetilerek tavan fiyat belirlemesi yapılabileceğini de ifade etmiştir. (Celâl Yeniçeri, İslâm İktisadının Esasları, Şamil Yay., İstanbul, 1980, s. 378)

 

Elbette sufilerin dükkanda, çarşıda, pazarda, alışverişte görünmesi, onların da ihtiyaçları olan bir beşer olmalarıyla ilgili olduğu kadar, ‘halvet-der encümen’ ya da “dil be yâr, dest be kâr” prensipleri gereği Hakk’ı halk içinde bulmaları ile de ilgilidir.

 

“Mutasavvıf olmak, münzevî olmak değildir. Zâhiri halkla, bâtını Hak’la olmak demektir… Dünya muâmelâtında inzivâyı ihtiyar ile terakkiyât-ı medeniyeden müctenib olmak, cemiyet-i beşeriyyeye hıyânet, Kur’ân-ı Kerîm ’e karşı hilâf-ı hakîkattır… Dinde ruhbanlık yoktur. Ehlu’llah-ı kirâmın her biri birer işle meşgul oldular… Mutasavvıfîn, muamelât-ı beşeriyede iltizâm-ı adâlet ettiler. Selâmet-i umûmiyye için, vakf-ı vücûd eylediler. Onlar âlem-i fenânın âlâyişine kapılıp da ukbâyı unutmayan, daha doğrusu kesretde vahdeti bulan zümre-i mes’ûdedir.” (Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, (trc. Mehmet Akkuş ve Ali Yılmaz), Seha Neş., İstanbul, 1990, s. 31.)

 

 

 

 

Diğer Yazıları

YERYÜZÜNDE YALINAYAK

İçten dışa, dıştan içe; seferlerimiz... Yeni yılın ilk yazısı Leyla İpekçi'nin kaleminden. Dünya, bütün hikayemiz burada, yol arkadaşlığımız. Çıkıp gidemeyeceğimiz içimiz dışımız. Kimine cife, zindan, cehennem. Kimine cennet. Kimine ateş [...]

BENLİK KİBRİ; ÖĞRENMENİN ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGEL

Ben bilirim egosu. Bilmeyi kartvizite, unvana, diplomaya, sertifikaya sıkıştırmak.  Kendimizi bilmekten, varlığa faydalı olmaktan çok adımızdan söz ettirmek, unvan, itibar, makam için  öğrenmek. Leyla İpekçi öğrenmenin, bizi aslımızla sürekli irtibat [...]

ÖĞRENMEK KALPTEN KALBE GEÇİŞTİR

ABAD Blog'da Genç Bilgeler diye bir köşemiz var. Leyla İpekçi'nin iki yıl önce kaleme aldığı ama hala dün yazılmış gibi güncelliğini koruyan bu çok önemli yazı dizisinden derlenen kesitler işte [...]

ÇÜNKÜ HARFLERDE “İNSAN” SAKLIDIR

"Yazarken hep sevdiğimle beraber olmak için yazarım. Aşk duygumun tecellisi bu yüzden yazmakla zuhur eder. Yıllar içerisinde dünyaya, hayata ve insanlığa dair en dip manâları hep kalemimin ucundan sayfalarıma indirdikçe [...]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir