(Tasavvuf-İktisat İlişkisi Üzerine Yazılar-1)
Giriş
Tasavvufun insanı tembelliğe alıştırdığı, işten güçten alıkoyduğu, dolayısıyla iktisadi hayatı durağanlaştırarak geri kalmaya yol açtığı geçmişten günümüze sürekli karşımıza çıkan bir tenkittir. Bu düşüncenin arka planında ise tasavvufun insanı genellikle önceden yazılmış bir kadere teslim ederek, fânî dünyada fazla çalışmaya ve ömür tüketmeye gerek olmadığını telkin ettiği iddiası bulunmaktadır. Geçmişte ve günümüzde elbette bu yaklaşımın oluşmasına zemin hazırlayan münferit bazı uygulamalar olmuş olabilir ancak bunu genellemek oldukça yanlış sonuçlar doğurmaktadır. Sufilerin hayatları yakından incelendiğinde ise iddiaların aksine oldukça aktif, insanlarla içiçe, çevreye ve sosyal meselelere duyarlı, elinin emeği ile helal rızık kazanma, insanlara faydalı olma, varlığa hizmet etme peşinde bir hayatla karşılaşılmaktadır.
Onlar iktisadi hayatı insan-madde ilişkisine indirgememişler, el-Maliku’l- mülk, er-Rezzak, el-Kerim, el-Vehhab, el-Muksid, el-Adl, el-Gani, el-Muğni, el-Varis, el-Baki olan Allah’ı ve onun meleklerle tezahür eden kuvvetlerini hayatın her alanında olduğu gibi iktisadın içinde de bulmuşlar ve varlıkla ilişkilerini ona göre düzenlemişlerdir. Onlar her alanda olduğu gibi iktisadi hayatta da Resulullah (sav)’ın metodunu uygulamışlardır.
Onlar çokluğa değil berekete önem vermişler; tasavvuf yoluna helal lokma ile girildiğini, zühdün dünyadan el etek çekmek değil dünyevi şeylere gönül vermemek anlamına geldiğini, terkin gönülde gerçekleştiğini, tevekkül ve kanaatin insanı çalışmaktan alıkoymadığını, fakrın gerçek zenginlik olduğunu bilmişler, halveti toplum içinde idrak etmişler, tevhide dayalı îsâr anlayışıyla senlik benlik davasından geçmişlerdir.
Onlar, birbiri ile bütünlük içindeki maddi ve manevi hayatta Allah’ın muradına uygun olarak iş bölümünün esas olduğunu, ihtiyaçlara göre meslekler geliştiğini, üretimin ve tüketimin nefsin istek ve ihtiraslarına değil gerçek ihtiyaçlara yönelmesi gerektiğini, emeği temel değer kabul edip israftan kaçınmak gerektiğini; ticaretin Allah’ın kullarına hizmetin bir aracı olduğunu, ekonomik imkanların Hak yolunda kullanılması gereken emanetler olduğunu, hakiki zenginliğin gönülde olduğunu, maddi ve manevi imkanların paylaşıldıkça anlamlı olduğunu idrak etmişlerdir.
Bu idrakleri neticesinde, tarih boyunca fütüvvet ve ahilik gibi oluşumları yönlendirmişler, tekkelerde ve vakıflarda insana ve varlığa her türlü hizmeti ulaştırmanın gayreti içinde olmuşlardır. Hizmetten bir beklentileri olmadığı gibi hizmet yolunda çilelere katlanmışlardır.
“El Kârda Gönül Yârda” başlıklı bu yazı dizisinde, yukarıda izah edilen genel çerçeve içinde, sufilerin insana ve hayata bakışları, iktisadi ve sosyal hayata yönelik münferit ve teşkilatlı faaliyetleri ve varlığa hizmetleri, tasavvuf edebiyatından seçmelerle ve tarihten örneklerle paylaşılacaktır.
Bu alanda verilecek tüm örneklerde görülen ortak husus, sûfînin en temel çalışma motivasyonunun bir bütün olarak idrak edilen varlığa Hak rızası için, aşk ile hizmet etmek gerektiği düşüncesidir. Zira sûfî için iktisat, fiziksel ve sosyal ihtiyaçların karşılanmasına yönelik ekonomik faaliyetlerin çok ötesinde, ilahi murad ve takdir çerçevesinde varlığın birliğini ve dönüşümünü okumaktır.
Bir cevap yazın