AHMET ÇAVUŞ DEDEMİZİN ÇANAKKALE HATIRASI

“Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! 
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i…
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? 
“Gömelim gel seni târîhe” desem, sığmazsın.”

 

 

“Ah benim yavrum! Koskoca Çanakkale Destanı öyle bir iki resimle, şiirle anlatılır mı? Öyle bir destandır ki anlatmaya kelimeler yetmez. İçinde nice yiğitler, nice kahramanlar saklar; orada yaşanmış, orada kalmış nice hikâyeler gizler…”

Çanakkale’yi yaşamadan anlamak, anlatmak ne mümkün. Ahmet Çavuş dedemizin torunlarına anlattığı yaşanmış bir Çanakkale hikayesi… Aliler ve tüm “ABAD Genç Bilgeler”‘i için.

Çiğdem Oruç
ABAD Blog için kaleme aldı.
29.11.2021

Hemen her sene Mart ayında hazırladığımız Çanakkale ödevlerinden birini daha hazırlamamızı istemişti öğretmenimiz. “ İster şiir yazın, ister görsel hazırlayın, size bırakıyorum.”diye de eklemişti. “Her sene aynı şeyleri istiyor.” dedim içimden. “Aman neyse… Birkaç resim çıkartır, altına da bir iki dize şiir kopyalar, yapıştırırım, olur biter.” diye düşündüm kendi kendime okuldan eve dönerken.

Eve geldiğimde bana kapıyı dedem açtı. Bilmiyordum bu akşam bizde olacağını; onu karşımda görünce sevincimden boynuna atladım. Lakin o anda aklıma yapmam gereken ödevim geldi, canım sıkıldı.

Dedem: Hayırdır aslan parçası, neye sıkıldı canın bakayım?

Ali: Üf dede ya, ödevim var bu akşam. Keşke olmasaydı. Her sene aynı şey, aynı konular zaten, çok sıkıcı…

Dedem: Neymiş bu ödev, çok mu zor?

Ali: Çanakkale Savaşını anlatacak bir şeyler hazırlayacağız işte. İsteyen şiir yazacak, isteyen kompozisyon, isteyen de resimlerden birşeyler hazırlayabilir dedi öğretmenim. Neyse beş dakikada hallederim şimdi ben onu.

Dedem: Öyle beş dakikada Çanakkale Zaferini nasıl anlatacaksın? Bu kadar kolay mı?

Ali: Çanakkale resimlerinden bir kaç tane basıp altına da şiir bulacağım. Ne yapayım?

Dedem: Ah benim yavrum! Koskoca Çanakkale Destanı öyle bir iki resimle, şiirle anlatılır mı? Öyle bir destandır ki anlatmaya kelimeler yetmez. İçinde nice yiğitler, nice kahramanlar saklar; orada yaşanmış, orada kalmış nice hikâyeler gizler.

Ali: Ama nasıl anlatacağım ki ben ödevimde Çanakkale Savaşını? Aklıma hiçbir şey gelmiyor.

Dedem: Çanakkale Savaşı değil, Çanakkale Zaferidir o. Kahraman milletimizin, vatan aşkıyla canını siper ettiği, kutlu zafer Atalarımız varıyla, yoğuyla, canla başla orada çetin bir vatan mücadelesi vermiş, zafer kazanmışlardır. Ama ne mücadele… Böyle bir resimle, bir şiirle nasıl anlatacaksın? Sevdiğini, anasını, babasını, kardeşlerini ardında bırakıp ölüme yürüyen yiğitlerin, binbir cefayla büyüttüğü, gözünden sakındığı evlatlarını cepheye kendi elleriyle teslim eden anaların hikayesini hangi kelimelerle açıklayacaksın?

Ali: Peki, sen bu hikayeleri nereden biliyorsun dede?

Dedem: Benim dedemin babası, Ahmet Çavuş dedemiz, Çanakkale gazisiydi. Biliyorsun değil mi?

Ali: Evet, duymuştum.

Dedem: Hiç merak ettin mi hikayesini? Belli ki sana hiçbirimiz anlatmamışız. Bana da Aziz dedem anlatırdı. Dizinin dibine oturduğum bazı zamanlarda uzaklara dalar, gözleri yağmur yüklü bulut gibi dolu dolu olurdu. Ben de Çanakkale Zaferini, orada verdiğimiz şanlı mücadeleyi ilk dedemden dinlemiştim.

Ahmet Çavuş Dedem henüz kuvvetli, boylu poslu, taze  delikanlıyken vatanı uğruna savaşmaya gidiyor Çanakkale’ye. Düşmanla Bulgar cephesinde çarpışıyor. Düşman güçlü, çetin, bükülmez demir mübarek. Sağdan soldan sivrisinek istilası gibi mermi yağdırıyor, havadan bomba… Nefes aldırmıyor, aman vermiyor. Bir de açlık, susuzluk var.  Üç gün boyunca bir lokma ekmeğe, bir yudum suya hasret mücadele ediyor Mehmetçiğimiz. Kolay mı? Güç, kuvvet kalmıyor, takatleri tükeniyor gitgide. Yine böyle bir akşam Ahmet Çavuş Dedem ve arkadaşları bölükten çok uzun bir mesafede incecik, neredeyse serçe parmak kalınlığında bir su aktığını görüyorlar. Suyu görünce tabii üç arkadaş hiç düşünmeden oraya doğru yöneliyorlar. Lakin düşman fark ediyor onları. Dedemin önündeki iki arkadaşını birkaç saniye içinde vuruyorlar. Dedem daha ne olduğunu anlamadan bir şarapnel parçası da onun sol eline isabet ediyor ve o hızla parmaklarını kopartıyor.  Dedem olduğu  yerde kalakalıyor. Komutanı farkediyor Allah’tan,  hemen arkasından yetişip dedemi kendisine doğru çekiyor.

  • Koş Ahmet, çabuk, çok kan kaybediyorsun, hemen müdahale etmek lazım.

Ortalık kıyamet yeri gibi. Yara çok taze, sıcak sıcak kanıyor. Acısını dahi tam hissedemeden parmaklarını tükrüğüyle iyileştirmeye çalışarak Dedem:

  • “Yok komutanım” diyor. “İstemem. Arkadaşlarımı, sizi burada bırakıp kendimi kurtarmaya koşamam. Ben de burada şehit olacağım.”

O esnada kan kaybının da etkisiyle dedemin gözleri kararıyor ve komutanın kucağına yığılıveriyor. Ara ara komutanının sesini işitiyor:  “Koşun, yetişin , Ahmet ölüyor.” Hali takati bitmek üzere olsa da kendini bırakmamak için var gücüyle mücadele ediyor. İşte tam da o esnada gözlerini hafif aralayınca gördüğüne inanamıyor! Hz. Peygamber karşısında… Ona doğru eğilmiş, gözlerinin içine bakıyor. Sonra yaralı elini tutup, iki elinin arasına alıyor ve:

“Yiğidim, üzülme!” diyor. “Müjdem olsun sana ki birlik, dirlik bozulmayacak, bu aziz vatan kurtulacaktır. Sen de ölmeyeceksin, soyun devam edecek ve beş tane hayırlı evladın olacaktır.”

 

Dün gibi hatırlıyorum, dedem hikayenin bu kısmını ne zaman anlatsa sesi titrerdi. Öyle bir dedenin torunlarıyız biz evladım. Vatanımızın şanlı tarihi böyle nice yiğitler gizler. Sadece Çanakkale’de değil, Anadolu’nun dört bir köşesinde gönülleri mücevher ne kahramanlar vardır. Bizim yurdumuz yiğitler, veliler yurdudur. Hepsine selam olsun, ruhları şad olsun.

 

“Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i…
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni târîhe” desem, sığmazsın.”

 

Şiiri bitirdiğinde dedemin gözlerinden iki damla yaş süzüldü. Mehmet Akif  Ersoy’un “Çanakkale Şehitlerine” şiirindendi bu dizeler, hatırlamıştım. Ama ders kitaplarında görüp de o kadar okumuş olmama rağmen hiç böyle etkilenmemiştim.

Başımı usulca dedemin dizlerine koydum. Dedem suskun, düşünceli saçlarımı okşarken ben de ödevim için Ahmet Çavuş Dedemin hikayesini anlatacağım bir kompozisyon yazmaya karar vermiştim. Aklımdan yazacağım cümleleri geçiriyorken içim çoşuyor, tüylerim gururla ürperiyordu. Ahmet Çavuş Dedemle tanışmayı ne çok isterdim. Ama benim dedem de onun torunuydu. Onun gibi kahraman yürekli, onun gibi cesurdu. Başımı dizlerinden kaldırıp:

  • “Dede!” dedim
  • Söyle aslanım.
  • Bu akşam iyi ki geldin!Ahmet Çavuş dedem, Aziz dedem, sen… Vatanım, Çanakkale… Orada ve daha bir çok yerde bizim geleceğimiz için savaşmış dedelerimiz, ninelerimiz… Hepiniz ama hepiniz … İyi ki varsınız!

Dedem gülümsüyordu.

Diğer Yazıları

YERYÜZÜNDE YALINAYAK

İçten dışa, dıştan içe; seferlerimiz... Yeni yılın ilk yazısı Leyla İpekçi'nin kaleminden. Dünya, bütün hikayemiz burada, yol arkadaşlığımız. Çıkıp gidemeyeceğimiz içimiz dışımız. Kimine cife, zindan, cehennem. Kimine cennet. Kimine ateş [...]

BENLİK KİBRİ; ÖĞRENMENİN ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGEL

Ben bilirim egosu. Bilmeyi kartvizite, unvana, diplomaya, sertifikaya sıkıştırmak.  Kendimizi bilmekten, varlığa faydalı olmaktan çok adımızdan söz ettirmek, unvan, itibar, makam için  öğrenmek. Leyla İpekçi öğrenmenin, bizi aslımızla sürekli irtibat [...]

ÖĞRENMEK KALPTEN KALBE GEÇİŞTİR

ABAD Blog'da Genç Bilgeler diye bir köşemiz var. Leyla İpekçi'nin iki yıl önce kaleme aldığı ama hala dün yazılmış gibi güncelliğini koruyan bu çok önemli yazı dizisinden derlenen kesitler işte [...]

ÇÜNKÜ HARFLERDE “İNSAN” SAKLIDIR

"Yazarken hep sevdiğimle beraber olmak için yazarım. Aşk duygumun tecellisi bu yüzden yazmakla zuhur eder. Yıllar içerisinde dünyaya, hayata ve insanlığa dair en dip manâları hep kalemimin ucundan sayfalarıma indirdikçe [...]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir