BİR GÜNÜ BİR ÖMRE BEDEL-II

İçi var, içi var, içe var. Şeriat, tarikat yoldur varana  hakikat, marifet andan içeri. İç, eri. Erenler “İç Eri”.

Mustafa Tatcı hoca erenlerin suretten sirete, kabuktan çekirdeğe, dıştan içe, çokluktan bire hasılı tereyağından kıl çeker gibi vahdete çeken terbiyesini en öz ve sade söyleyişiyle anlatmaya devam ediyor.

Salat nedir, kıble neresi, ebru nedir, miraç ne? Kıyam, rüku, secde nasıl edilir, hakikatte taat nasıl kılınır?  İsevi, Musevi kime denir ve ne zaman Muhammedi olunur? 

Hazreti Mısri’den, Yunus babamızdan ve Kul Nesimi’den nefeslerle. 

Gȃh çıkarım gökyüzüne seyrederim ȃlemi 

Gȃh inerim yeryüzüne seyreder ȃlem beni.

 

Buyrun seyre , seyir var seyir içinde….

Dr. Mustafa Tatcı
ABAD Blog için anlattı.
25.11.2021

Murat Dağında Bir Cuma

Sanırım 2006 yılıydı. Yine Murat dağındaydık. Bir cuma günüydü. Sarıçiçek Yaylasındaydık.  Cuma vakti geldi.  Mescit ile bulunduğumuz yer arasında hayli mesafe vardı. Selȃ okunmuştu ve namaz vakti girdi. Ezan-ı Muhammedî başladı. Biraz geciktik haliyle.  Hiç telaş etmedi. İçimizden bazıları koştura koştura gidersek anca yetişiriz sanıyordu. Hiç de onların dediği gibi olmadı. Namaza yetişeceğiz ya! Koşturmadı. Zaten koşturmasına da imkân yoktu.  Yavaş, yavaş mescide gittik. Hutbe bitmek üzereymiş. Yolda bize Hz. Mısrî Efendi’nin bir nutkunun şerhini uygulamalı olarak yapıverdi:

Salât-ı ehl-i kurbun kıblesidir “semme vechu’llâh”

Niyâzî durma dâim secde-i ebrûyu tevhîd et

(Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü oradadır.” (Bakara/115) âyetinde işaret edilen “Allah’ın yüzü/zâtı” O’na yakın olan kimselerin salâtının (namazının, zikrinin) kıblesidir. Niyâzî, durma sürekli kaşını secde ederek–her an râbıtalı yaşayarak – Hakk’ı birle.)

Hz. Mısrî’yi biz bir başka severiz. Yunus Türkçe ledün dilinin gülbahçesi ise, Mısrî de gülüdür.

Şimdi sadede dönelim: âyette “Nereye dönerseniz, Allah’ın vechi oradadır.” Deniyordu ya, işte ârif her an bu vech iledir. Salat zaten bu vechile birlikte olmak değil mi? Ârif hep o seyr içindedir gözümün nuru. Ne demişti Hak erenler: Ârif onu seyreyler”. O’nu! Yani hüve iledir o. Nerede seyreyler? Urganda, yorganda… Yani mekânı yok. Bütün âlem mescid, yüz Hak’ta, göz Hak’ta…Öyleyse her baktığı yerde Hakk’ın zatıyla hem-hâl olan kişinin mecâzdan kurtulması gerektir. Mecâz hakikate yoldur. Buradan namazı terk edin anlamı çıkarmayın hâ… Bak mescide geldik ve şeriat ne emrettiyse yapıyoruz. Lakin mecazda da takılıp kalmayın. Ne demek istedi Aziz: “Yolda da salât halinde olun,  her nefeste salat halinde olun, demek istedi. Anla hemen bir sözdür evladım.

Bitimsiz Namaz

Esasen namaz denen kulluk görevi zikirden başka bir şey değildir.  Biz onu Peygamberimizin uygulamalarından hareketle beş vakitte ve özel zamanlarda yaptığımız kıyam, kıraat, rüku, sücûd gibi eylemlerden ibaret sanıyoruz. Cenab-ı Hak ve Cenâb-ı Peygamber kim bilir bu uygulamaların içine ne sırları koydu? Onlar aslında eşyanın insana doğru tekâmülü ve nihayet insanın manâda doğuşunun hakikatleridir. Mesela kıyamda elif, rükûda dal, sücûdda mim gibiyizdir. Sonuçta âdem olmak, salât-ı dâimunda olmak demektir. Zaten gaye de budur. Beş vakit namaz meselesi de önemlidir. Biliyorsunuz zaman güneşle ilgilidir. Güneşin batışı ve doğuşu arasında geçen zaman, bizim varlık âlemine zuhurumuzla aslımıza dönüşümüz remizleridir. Hakikat güneşi doğdu mu, işte o zaman salât-ı daimuna intikâl ettik demektir. Rabbin salâtı budur. Daimundur. İşte hedef, her an salȃt halinde, Hak’ta olmak, Hak’la olmaktır. Süleyman Çelebi Hazretleri’nin işaret ettiği de budur:

Allah adı olsa her işin önü

Hergiz ebter olmaya ânın sonu

 

Her nefesde Allah adın de müdâm

Allah adıyla olur her iş tamâm

 

Mücadele edesin müşahede bulasın

Bakınız öyle incelikler vardır ki aklınız durur. Yaşamak lazım. Sen vahdeti yaşayasın ve anlayasın diye ince ince detaylar anlatırlar yahut yaşatırlar âşıklarına.  Aziz Hazretleri ile yine bir muhabbet anında şöyle anlatmıştı:

Babam Ahmet Çavuşun yanına gittim. Atımcıydı biliyorsun. İşten gelince alelacele sofraya oturur, hiç üşenmez bir boy abdesti alır ve tenhaya bir seccade atar bir oturuşta yirmi bin tevhid vururdu.   İşte bir gün yanına gittim, baktım  seccadenin üzerinde avazı çıktığı kadar bağırıyor. Kulak verdim kendi kendine:

 

“Ulen öküz, ulen hayvan, ulen….!..”

Beni görünce farka geldi ve ara verdi.

“Hayr ola baba!” dedim. “Kiminle konuşuyorsun!”

“Kendimle konuşuyorum oğlum! İçimdeki hayvan sürüsüyle boğuşuyordum. Dur diyorum durmuyor, git diyorum gitmiyor.” dedi.

 

“Hani yunus diyor ya ‘Mücadele edesin müşahede bulasın.’ Şu söze bak. Ne kadar kılçıksız, ne kadar arı duru. Lokum gibi sözler. ‘Mücadele edesin.’” Kiminle mücadele edeceksin? Tabii ki nefsinle, içindeki hayvanlarla. Bu hayvanat Amerika’nın ordusundan daha belalıdır. Sen daha kayınvalidenle geçinemiyorsun ki büyük varlıkla, yani bütün ile geçineceksin! Ne kadar zor değil mi? İşte Ahmet Çavuş atımcıydı. Yani Hallaç!. Nefsini yün gibi attı da gitti.”

Böyledir işte bir günü ehlullahın iki gözüm. Ne demişti Yunus:

Tarîkat cân yoldaşı cân ile olur işi

Tarîka giren kişi dün gün ‘ibret içinde

Ehl-i tarîk demek ki hayatı ibret üzere yaşamak, mürşidinin izini sürmek zorunda. O ancak böyle yapınca vâsıl-ı Hak olabilecektir.

 

Her yüz bir yüz…

Ne demişti Hz. Mısrî:

Salât-ı ehl-i kurbun kıblesidir “semme vechu‘llah”

O veche kul olanlar tâat-i noksânı neylerler

 

“O vecih” dediği Hakk’ın yüzü, zâtıdır. Zâhir de bâtın da onun yüzüdür. Biz şimdi baktığımızda taş yahut toprak görüyoruz ya, bu bizim basiretsizliğimizdendir.  Halbuki görünen kendi zatıdır sanma gayrullah demişlerdir. Ondan başkası mı var da gördüğümüz o olmasın! Öyleyse niye anlamıyoruz? Tâat-ı noksandan ötürü. Noksan tâati salât-ı dâimûn ile yok eden kişi her an dost ile rabıta halindedir. Ben sende tutuklu kaldım dediğin budur. Onda tutuklu kalmayan nefsine tutuklu kalır. Demek ki varlığın görünen ve görünmeyen her yüzü kendi yüzü imiş. Bunu anlamak için kendi gönül göğümüze yükselmemiz gerekir. Hz. İsa gibi, Hz. İdris gibi…Katedrallar bundan mülhemdir. Onlar nefsin ruha yolculuğundan mülhem yapılmıştır. Sonra Hak’tan halka fark içinde dönersin. Bu noktada Muhammedî olman icap eder. Gökte takılır kalırsan, İsevîlikte kalırsın. Varlığı Hak’tan ayrı görürsen de Musevîlikte takılır kalırsın. Çalıdan Allah benim der de insandan duyamazsın, onu Hak’tan ayrı görürsün. Sen Kul Nesimî’ye iyi kulak vermelisin:

 

Gȃh çıkarım gökyüzüne seyrederim ȃlemi

Gȃh inerim yeryüzüne seyreder ȃlem beni

 

Bunu diyen Kul Nesîmî’nin kulu olunmaz mı. Öyle bir hakikatten bahsediyor ki Kur’an’ın özü. Hasıl-ı kelâm yol vahdet-i vücûda gider. Sen hemen Muhammedî olmaya bakmalısın. Hz. Yunus gibi erenler Muhammedî meşreptirler. Bir mutasavvıf falancanın, feşmekȃncanın Müslümanlığını, Hristiyanlığını sorgulamaz. Niçin sormaz? Zira o bilir ki “Din tamam olunca doğar muhabbet.” Diliyle ben müslümanım veya İsevîyim diyene bakmaz ehlullah. İçinden bakar. Nereye gelmiş bilir. Bu sebepledir ki seyr ü sülûkunda şekilci idrâki terk eder. Ne demişti Hz. Niyazi Efendiniz:

Din diyȃnet ȃdet şöhret kamusunu verdim yele

Ey Niyâzî n’oldu sana kayd-ı dindȃr kalmadı

 

Ne oldu Niyâzî?

 

-Din kaydı kalmadı. Yani örfî uygulamalardan kurtuldum, bilgi ve uygulamalar hakikate dönüştü. Sen sanma ki hakikat tecellî edince Hz. Pîr sünneti terk etti? Aman ha, bu bühtan olur. Asla terk etmedi. Hz. Yûnus da benzeri şeyler söyler:

Ben oruç namâz için süçü içdim esridim

Tesbîh-seccâde için dinlerim şeşte kopuz

 

Bu zevât böyle şeyler söylüyorsa, bu din, diyânet yahut şerîat nedir? İşte içine hakikat (yani süçü) koymazsan senin uygulamaların sadece bir uygulama olur. Bu manâda bir din yoktur iki gözüm. Sen yaptıklarınla nefsini göğe kaldırabiliyor musun? Nefs iken rûh, rûh iken sır olabiliyor musun? İşte o zaman bu yol seni hakikate götürür. Yoksa inandığın din Marx’ı haklı çıkarırsa şaşma olur mu?  Bakınız körü körüne uygulamalarla dinidarlardan evliyâ çıkmıyor. Yine bir kâmil eşiğinde zikrullah ve fikrullah ile meşgul olan âşıklardan çıkıyor Allah dostları…

Şimdi konumuza dönersek ‘Salȃt-ı ehl-i kurb’ Hak ile hemhâl olandır. Yani ehlullah salȃt-ı dâimûndadır. “Salȃt-ı dâimûnun kıblesidir semme vechullah.” Kur’ân’da  ȃyettir. Onlar her ân Hak’ladır. Bura makâm-ı cem‘dir. “O veche kul olanlar…”dediği budur Hz. Pîr’in.

 

Oxford’da Öğretilmeyen…

“Taat-i noksan” yani noksan ibadet varlığı Hak ile kâim görmemektir.

 

İşte, odunculuk gibi, sakalık gibi çok basit gibi görünen bir mesleği ibadet haline getiren bir büyük zattır Yunus. Niye deme artık? Her suret ve iş O’nundur. Düşünebiliyor musun? Oxford’da doktora yapıp geliyorsun ve ümmî bir Tapduk sana: “Haydi oğlum! İkinci bir emre kadar dağdan odun, kuyudan su getir!” diyor.  İrfan taliplerine yapılan budur.

Nice Sahn-ı Seman, el-Ezher,  Oxford,  Cambridge  mezunları bu çemberden geçti hâ.

Hz. Mısri’nin nice mânâları var.  Hz. Mısrî Elmalı’ya geldiği ilk gün buğday çuvalıyla sınanıyor. “Haydi oğlum! Şunu al da değirmene götür, öğütüp gel.”  Bir değirmen kültürü var Türk kültüründe biliyorsunuz. Değirmene gidersin, sırayı beklersin, değirmencinin hakkını verir buğdayını, arpasını her ne ise…öğütürsün gelirsin. Böyle böyle sıralı şeyler vardır Anadolu’da.  Hasılı Mısrî Efendi zeki insan, değirmene gidiyor, elli kilo çuval sırtında. Eşek yok, katır yok.  Buğdayı öğüttürüp tekrar tekkeye getiriyor. Bakıyor ki birkaç gün sonra bir buğday çuvalı daha konulmuş. Anlıyor ki Ümmî Baba fakiri bu görevle görevlendirmiş. Zaten zihninde bir Yunus kültürü var tabii. Dağdan odun getir, kuyudan su taşı denmişti ona da! Bir de malumunuz “değirmene buğday götüren, çuvalda unla döner.” Eli boş gidilmez gittiğin yere. İşte akıl burada lâzımdır.  Bir de buğdayla ilgili Hz. Musa kavminden beri anlatılagelen remzî bir söylem vardır. Neyse bunları yazmıştık “Yorumlar” kitabında. Buğday dünyadır. Sen onu öğütmezsen o seni zaten öğütür. İmdi Mısrî Hazretleri dervişliğe yeni soyunduğu günlerden itibaren tam iki sene değirmen, fırın, odun ocak hizmetleriyle böyle devam etmiş tekkede. Nefs terbiyesi bu,  kolay mı? Bir seferinde himmet var mıdır yok mudur, diye düşünürken ormanda bir ayının saldırısına uğruyor. Mısrî kaçıyor ayı kovalıyor…Derken “Himmet sultanım!” demek gönlüne geliyor ve o anda Hz. Pir peyda olup eliyle ayıdan kurtarıyor Mısrî’yi. Yakaza hali…Sen bunu olur mu olmaz mı diye düşünme. Olup durur da âkil bilmez… Hz. Pîr saadethaneye döndüğünde Ümmî Baba’nın dizlerine kapanıyor. “Himmetiniz var olsun sultanım!” diyerek.

El-Ezher’de öğretilmeyen ve kazanılmayan bilgi budur işte, Hak erenlerde olup da naklî ve aklî bilgide olmayan kudret, nefes-i kudsîdir. Silsile-i meratiple erenlerden erenlere geçen Hakk’ın kudreti bu nefestir. “Hak yolunun rehberi nefesidir kâmilin.” Sonra “Mevtâya etse nefes, her yanından gelir ses” dediği Ümmî Baba’nın ölüyü dirilten nefesidir ki, Hak sırrıdır. Ehline verilen budur.

Diğer Yazıları

Muhafazakâr Ruh Hali

Ardına bakarak yürüyor. Gözü hep arkada. Kolayca kopamıyor. Eski sevgilinin elleri avucundan sıyrılırken, kokusu, sıcaklığı, teri, tuzu kalıyor. Şarkılar, şiirler, ağaçlar, yollar, parklar hep aynı şeyi hatırlatıyor. Bırakıp gidecek, unutacak [...]

Ergin Aydın’ın Kitapları

"Bir Edebiyat Öğretmeni’nin Gözünden Memleket."   "Sıradan Adamlık"'tan kaçarak başladığı hayatta herkes gibi, herkes kadar, “sıradan” olmanın erdemini kavramış, insan olmanın, öğretmenliğin, babalığın, dostluğun, evlatlığın, kardeşliğin, mücadelenin hasılı dolu dolu [...]

İÇLİ BOZKIR HİKAYELERİ

  Bozkırın sesini en oynak, en kıvrak, en eğlenceli, düğünlü, kaşıklı, havalarından, insanın böğrüne hecin devesi gibi çöken hüznüne, çaresiz garipliğine, yoksulluğuna, hançereyi yırtan adamda ciğer bırakmayan en yanık bozlaklarına [...]

AŞK

Aşk bir hayat sigortası değildir ya da araç kaskosu. Konforlu lüks bir yaşam, kazasız bir yolculuk, dikensiz bir bahçe değildir. İşimiz rast gitsin, gezelim tozalım, birlikte yiyip içelim, sofralar düzelim, [...]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir