SUSUNCA KELİMELER

Bir susma yazısı. Harun Sarıgül’in kaleminden. Zor olanı başarıyor, harflerle, kelimelerle, sessizliği, susmayı anlatıyor.

Oğuz Atay’dan, Necip Fazıl’dan, Orhan Veli’den. Edebiyatın seslerinden. Bir kez de Hazreti Mevlana’nın irfanına sunuyor sözün gümüşlüğünü aşan altından sükutu.

Dilce susup bedence konuşulan bir çağda kelimenin kaybettiği itibarı aslında susmaya vermiyorlar. Görsellik adına kıyılan kelimeler zehirli, alıngan bir sessizliğe bürünüyor derinleşemiyor, susan insanlar içindeki kalabalığın gürültüsünü bir türlü bastıramıyor. O yüzden susamıyor, susar gibi yapıyor, çoğu zaman kulak verilmeyen kelimelerine küsüyor.

Sarıgül ise bir başka suskunluktan bahsediyor. Bir film ya da fotoğraf karesi olmayan, hikayesi anlatılamayacak, şiiri yazılamayacak bir sessizlikten. Aslına dönmüş, kendini bulmuş sükunetin sesinden. Anlatılamayacak, gösterilemeyecek, ancak bilenin bilene ima edebileceği bir sessizlikten. Hazreti Fuzuli’yi imdada çağırarak. “Dest-bûsı ârzûsıyla ger ölsem dostlar/Kûze eylen toprağum sunun anunla yâra su” diyerek, sevgilinin dudağına kavuşma arzusunu ölümün sessizliğine benzeterek…

Harun Sarıgül
ABAD Blog için yazdı.
10.01.2022

Susunca tüm kelimeler aslına döner!

İnsan çoğu kez, kendini sesinde değil, sessizliğinde dinliyor. Düşünce veya tefekkür, dışımızdaki seslerin durduğu ve içimizdeki seslerin gün yüzüne çıktığında faaliyet göstermeye başlıyor. Susunca insan, içinin arzından semalarına yankılanan her türlü sesin kesif ve titrek halini duyabiliyor. Susunca insan, kainatta hiçbir kelime yokken yankılanan ilk sesi aramaya koyuluyor ve her kelime o andan itibaren kendi aslına, yani o ilk kelimeye rücu etmeye başlıyor. İlk sesin hakikatine erişen, daha sonra bu sessizliğini kelimelere de dökebiliyor. Bazı suskunlukların ise dilde bir izahı yoktur; onlar sadece haldir ve sadece susarak tecrübe edilir. O suskun hallerin izahtan nasibi, bir fincanın deryadan nasibi kadardır.

 

Susunca insan, aklına nokta geliyor. Varlığı ifade ederken en çok kullanılan ve mim harfine denk gelen o noktayı hatırlıyor. Tüm harflerin aslı noktadır derler. Diğer tüm harfler bu noktanın eğilip bükülmesinden oluşmuş. İlim bir noktaydı, cahiller onu çoğalttı sözünü de duyunca insan, şöyle bir daha düşünüyor. Tüm kelimeler noktanın kesreti ise ve kesreti ortadan kaldırınca her şey mime dönüyorsa; insan sustuğunda da kelimelerden noktaya doğru yeni bir yolculuğa başlıyor demektir. Zihnimizde her kelimeye karşılık gelen binlerce anlamı ve onların çağrıştırdığı her türlü kalabalığı bir kenara bırakınca düşüncelerimiz de aslına dönüyor. İçimizdeki her şey derin bir durgunluğa ve yeni bir kavrayış kademesine erişiyor. Susunca, kelimelerin dansı bitiyor ve sessizliğin armonisi başlıyor. Noktaya ulaşma çabamızdaki içsel engeller, bu armoninin uyumuyla yavaş yavaş belirginleşiyor ve ardından insan ne ile karşı karşıya kaldığını anlayabiliyor.

 

 

Birçok öğreti sisteminin temelinde de sessizlik veya susmak yatmıyor mu? Dini inançların, ritüellerinin neredeyse tamamında sessizlik vardır: Yogada, namazda, çilehanede ve tüm meditasyon tekniklerinde… Kişinin iç dünyasıyla olan irtibatının yolu sessizce odaklanmasından geçer. Kendi benliğimizin arka sokaklarına ulaşmanın yolu susmaktan geçiyor demek ki! Kulağın duyduğu seslerden ziyade iç kulağın duyduğu sessizlik, insanı daha çabuk ve tesirli dönüştürebiliyor.

 

İnsan susunca sol yanında atan kalbin ritmini daha iyi duyabiliyor. Belki de kendi içine ve kendi içindekine yönelmenin en güzel yoludur susmak. Örneğin: Orhan Veli susup gözlerini kapatarak İstanbul’u dinler. Oğuz Atay suskunluğundan doğan iç sesi Olric’le beraber konuşur ve her şeyi onunla anlamlandırma çabasına gider. Necip Fazıl Kaldırımlar şiirinde “Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi” diyerek tüm seslerin sustuğu bir zamanda, kaldırımların sessizliğinde kendi içindeki seslere kulak kabartır. Fuzuli Su Kasidesi’nin taç beytinde “Dest-bûsı ârzûsıyla ger ölsem dostlar/Kûze eylen toprağum sunun anunla yâra su” diyerek sevgilinin dudağına kavuşma arzusunu ölümün sessizliğine ulaşmakla mümkün olduğunu söyler. Belki sanatçıların içindeki ilhamın da en büyük destekçisi susmaktır.

 

İnsanlar arasındaki iletişim ve anlaşma meselesi de bir yönüyle susma eylemine dahil gibi. Birçok insanla konuşabilirsiniz; ama onunla beraber susabildiğiniz insan, aynı duyguları ve sessizliği de paylaşabileceğiniz insandır. Mevlana iletişimdeki anlam kavramını bir adım daha öteye taşıyarak şöyle der: Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir. Çünkü birçok halin ve hissin ortak bir sessizliği vardır. İçine düşen insanı, kendi içinin dehlizlerine sürükleyen, kelimeden ziyade anlamla düşündürmeye başlayan bir hal… Kelimelerin ortaklığı kadar sessizlik halinin ortaklığı da insanları birbirine bağlayıp çok iyi anlaşmalarını sağlayabilir.

Susunca tüm kelimeler aslına döner! İnsan da…

Diğer Yazıları

YERYÜZÜNDE YALINAYAK

İçten dışa, dıştan içe; seferlerimiz... Yeni yılın ilk yazısı Leyla İpekçi'nin kaleminden. Dünya, bütün hikayemiz burada, yol arkadaşlığımız. Çıkıp gidemeyeceğimiz içimiz dışımız. Kimine cife, zindan, cehennem. Kimine cennet. Kimine ateş [...]

BENLİK KİBRİ; ÖĞRENMENİN ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGEL

Ben bilirim egosu. Bilmeyi kartvizite, unvana, diplomaya, sertifikaya sıkıştırmak.  Kendimizi bilmekten, varlığa faydalı olmaktan çok adımızdan söz ettirmek, unvan, itibar, makam için  öğrenmek. Leyla İpekçi öğrenmenin, bizi aslımızla sürekli irtibat [...]

ÖĞRENMEK KALPTEN KALBE GEÇİŞTİR

ABAD Blog'da Genç Bilgeler diye bir köşemiz var. Leyla İpekçi'nin iki yıl önce kaleme aldığı ama hala dün yazılmış gibi güncelliğini koruyan bu çok önemli yazı dizisinden derlenen kesitler işte [...]

ÇÜNKÜ HARFLERDE “İNSAN” SAKLIDIR

"Yazarken hep sevdiğimle beraber olmak için yazarım. Aşk duygumun tecellisi bu yüzden yazmakla zuhur eder. Yıllar içerisinde dünyaya, hayata ve insanlığa dair en dip manâları hep kalemimin ucundan sayfalarıma indirdikçe [...]

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir