SONBAHAR DÖNENCESİ

Yerinde durmuyor bu oluş, yapraklar dökülüyor, bakın sonbahar, en güzel renkleriyle, şairin dediği gibi mevsim değil sanat, insanın aklını başından alır şu orman, şu gökyüzü, şu dağlar. Her gün yeni elbisesiyle, entarisi, gerdanını örten güz rengi fuları ile…

Zülküf Oruç
ABAD Blog için yazdı.
13 Ekim 2021

O her an yeni bir şanda, iş ve oluş halinde. O halde dün korkusu da gelecek tedirginliği de şimdiki zaman bezginliği de yersiz. İnsanla köpüren denizi, su damlasını birbirine bağlayan hep aynı coşku hep aynı şevk. Aynı aşkın harekete geçirdiği, köpürttüğü, taşırdığı bir oluş. Kemale doğru, kemaline doğru. Kendi fiilleri ile kendi niteliklerini dönüştüren ve sonunda yine kendine döndüren bir oluş.

 

Her tohum meyvesine koşuyor, O’nu arıyor. İnsan tüm varlığın meyvesi. Kainatın tüm hikayesini kendi hücrelerinde taşıyan bir meyve. Damarlardan, rahimlerden, huzmelerden, damlalardan, kandan, kanallardan, kabirlerden, bağlardan, bahçelerden, düzlerden, tepelerden, denizlerden, sahillerden, mağaralardan, dehlizlerden, oyuklardan geçerek varlığın çekirdeğine ulaşan bir yolculuk. Sürekli olup duran, yenilenen, tazelenen, göz göze gelen, bağlanan, vurulan, eriyen, akan, aşk ile yol alan.

 

Yolda çukurlar, engeller, maniler, yankesiciler, hastalıklar, rekabetler, savaşlar var. Kendiyle savaşan, kendi kanını döken, kendi yüzünü kanatan, kendini çarmıha geren, kendini taşlayan, kendini kendi arzına seren bir büyük mücadele. Hep kendisi için hep kendi zevkliyle. Kendi hakkını yiyen sonra dönüp hesabını soran, kaçan sonra kovalayan, alan veren, alacaklı-borçlu, aralayan, kapatan, seven sevilen, vuran vurulan, hasta düşen, şifa veren, tabip, lokman, kaybolan, arayan, gizlenen, sırlanan, faş eden, parlayan…

Yeni kadar eski de içinde. Yeniyi doğuran eski, kendi etinden ona can veren, derisinden elbise biçen. Yeni, hayatın her alanında, her an eskiyi yerinden ediyor. Kavramlar, ideolojiler, eğilimler, zevkler, ilgiler hızla dönüşüyor. İnsanlık kendinden kendini yontuyor, geleceğini yaratıyor.

 

Eskinin devrimci, en dinamik, akıcı düşünceleri katılaşıyor şimdinin kalıpları, taassubu, duvarları haline geliyor. Ne yazık ki düşünürün dediği gibi “katı olan her şey sadece buharlaşmıyor” bu zaman zarfında bir heyula gibi ağır bir kıvamla üzerimize çöküyor, nefes almayı zorlaştırabiliyor.

 

Kurumlar, müesseseler her biri katılaşmış birer düşünce aslında. Canlıyken işe yarıyor, hizmet ediyor. İnsanın hayatını kolaylaştırıyor, güzelleştiriyor, imar ediyor, tamir ediyor, eğitiyor. Kısaca insaniyeti geliştiriyor, olgunlaştırıyor. Ama her şeyin bir miadı var. O müeesseler zamanın gerisinde kaldığı anda ezici, daraltan, sınırlayan bir hale bürünebiliyor. Çürüyor, kötü kokuyor. Eskinin ilham veren tanrıları (düşünceleri) şimdinin taşlaşmış putları haline geliyor. Peygamberler, büyük düşünürler, arifler her biri birer put kırıcı. Geçmişin katılaşmış, hayatiyetini yitirmiş, kadidi çıkmış, kabuklaşmış düşüncelerini yeniliyor. Düşünceye can veriyor. Kabuğunu soyup, Onun üryanlığına davet ediyor.

 

İnsanın özgürlük, hakikat ve kendilik arayışı menfaat, konfor ve iktidar ilişkilerinin katılaştırdığı düşünceyi her an akışkan kılan tek güç. Geçmişi savunanlar yeniden habersiz, geçmişin cansız kabuğuna, suretine, kalıbına bakıp duruyor. Yeninin peşinde koşanlar ise sürekliliği, eskinin de o yeninin içinde olduğunu, ona malzeme olduğunu ıskalıyor.

 

Dünya yine, hep olageldiği, devrilerek geldiği gibi devrimci bir dönüşümün içinden geçiyor. Her dönüşüm aslında bir kaosun, dağılmanın içinden doğuyor. Kevn-ü fesat. Eskinin hüznü ve yeninin coşkusu bir arada.

 

Peygamberimiz gideni 7 adım uğurlarmış. Gidenin ardından az da olsa bakılır. En azından bir tas su dökülür. Ayrılık da sevdaya dair. Giden gelende, misafir ev sahibinde yaşar, eski yenide. Sonbahar ilkbaharı haber veriyor, dökülen yapraklar, yeni filizleri.

Diğer Yazıları

DURUN! YAPMAYIN!

Han da açıkça söylemiyor ama o da az bir durun diyor, “bu çağın insanı kendi kendinin işkencecisi, toplama kampını sırtında taşıyor derken.” Şiddetin topolojisi derinin altındaki bir uzama doğru ilerliyor. [...]

İPEKÇİ’NİN MAYASI; KAPANMAZ YAĞMURUN AÇTIĞI YARALAR ÇOCUKLARDA

“İnsan sevdiğine kendisini belki kullandırır ama sevdiğini asla kullanmaz." Maya'dan payıma düşen cümle... Maya 24 yaşında. 11 kez basıldı. Okundu, okunacak. Kırık kalpli çocuklar olduğu müddetçe, kalbi kırık çocuklar büyüdüğü [...]

TRANSHÜMANİZM: YERYÜZÜNDE CENNET MÜMKÜN MÜ?

Modernliğin müphemlikle başı hoş değil. Tropikal ormanlardan okyanuslara, kutuplardan, uzayın derinliklerine, canlı türlerinden insan beyninin kıvrımlarına bilinmeyen, açık seçik olmayan her şey modern insan için tekinsizdir. Tüm bu belirsizlik bilimin [...]

KAHRAMANIN YOLCULUĞU; BİR “OSMANCIK” OKUMASI

Tarık Buğra’nın aslında tarihi bir biyografi olan, milli edebiyatımızın nitelikli bir örneği olarak görülen Osmancık romanını evrensel bir gözle, insanın kendilik arayışına dair bir anlatı, kahramanın yolculuğu olarak da okumak [...]

Bir yanıt yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir