Biz masallara da bu endişelerle yeniden yönelmek gerektiğini düşünmekteyiz. Aşağıda yer verdiğimiz, bizzat bu geleneğin içinden seçtiğimiz örnekler ve yorumlar göstermektedir ki, masallar hiç de belirli şekillere mahkûm edilecek, belli düşünme ve araştırma kalıplarıyla değerlendirilebilecek basit edebî metinler değildir.
Masalın çözümü bilgeliğin anlaşılmasını sağlamak içindir ve bu oldukça gereklidir. O hâlde burada bilgeliğin, hikmetin, irfânın, tefekkürümüzün anlaşılması gerektiği ortaya çıkmaktadır.
Bilgeliğin dili sözeldir. Hitap şekli sohbetledir ve çoğu zaman o şifâhî ve anonim türler sayesinde kendini ortaya koymaktadır. Yani dilden dile, sözden kulağa, gönülden gönle intikal eden bir öğretidir bu. Masallar da günümüze şifâhî gelenekler aracılığıyla ulaşmıştır. Yani bu geleneğin en temelinde sözlü kültür vardır. Masallar yeni nesillere bu sayede intikal eder. Masallarda dinleyici, en az anlatıcı kadar aktiftir. Çünkü bizzat anlatımın içerisinde ve onun çok önemli bir parçası durumundadır.
Öyleyse burada masal, mesel, darb-ı mesel, emsîle, misâl, timsal, meselâ, emsâl, temsil gibi günümüzde veya geçmişte çok sık kullandığımız kelimeleri anlamak zorundayız. Bu kelimeler ilk olarak masalın bir temsil yani bir örnekleme olduğunu hatıra getiriyor. Peki, masal neyin temsilcisidir? Masalın veya masalların mesajı nedir?
İnsan zihni bir fazileti, doğrudan ifade şekilleriyle anlamaktan ziyade misaller vasıtasıyla idrak etmeye meyillidir. İnsan yaratılışı bunu gerektirdiği için olmalı ki, kutsal ve edebî metinlerin büyük kısmında sembolik bir dilin öne çıktığı görülür. Özellikle mistik ekollerde ve metinlerde hakikati idrak yolculuğunda sahip olunması gereken erdemler misaller, meseller ve masallar yoluyla anlatılmıştır. Misaller (örnekler), mesellerin (darb-ı meseller, atasözleri, deyimler, bilmeceler); meseller de masalların teşekkülünde hep birer merhale olmuşlardır. Bu kavramlar arasında organik ve çoğu araştırmacının üzerinde pek durmadığı irfanî bir bağlantı vardır. Bizde de edebî metinlerin temelindeki asıl nokta burasıdır.
Masal ifade etmek istediği bir erdemin, irfanın temsilcisidir. Masalı sadece tahkiyeli ve insanın dışında gerçekleşen kurgulu bir metin olarak okuduğumuz zaman onu temsil tarafından soyutlamış oluruz. Bütün masalların böyle bir “temsil” düşüncesiyle ortaya konduğunu söylemek istemiyoruz. Fakat adlandırılışından en tipik örneklerine kadar masalların sembolik bir anlatıma sahip olduklarını düşünüyoruz. Fakat sembollerin çözümü için geçmişin bilgi dünyasını derinlemesine bilmek, incelemeler yapmak bile tek başına yeterli olmayabilir.
Söz gelimi masallarda karşımıza en fazla çıkan “atın önünde etin, aslanın önünde otun bulunduğu” motifi hatırlayalım. Üzerinde biraz düşünüldüğünde bu durumun bir yoruma işaret ettiğini anlamak uzun sürmez. Bunlar bir düzensizliğin veya kaosun bu metinlere yansımış hâlidir. Nitekim Fuzûlî Bayat da bunu “Reel dünyada atın ot, aslanın et yemesinin tersi olarak kaotik alemde at et, aslan da ot yemeye zorlanmıştır.”[1] sözleriyle tespit eder. Bu durumda masalların bazı motiflerini; kaostan kozmosa, düzensizlikten düzenliliğe, kötülükten iyiliğe geçişin halk anlatılarına yansımış hâli olarak kabul etmek gerekir.
Bazı masalların, bir faziletin yaşatılması için temsilî birer hikâye olduğu anlatının henüz başında ifade edilir. Bu hususla Azerbaycan masallarında daha belirgin bir şekilde karşılaştığımızı ifade edelim. Azize Caferzade’nin Anamın Masalları adlı kitabındaki bazı masallarda başlangıç formelleri yerine bir erdemin dile getirildiğini görüyoruz. Söz gelimi “En Böyük Derd” masalının başlangıcı şöyledir:
“Dost dünyada en büyük giymetli şeydi, dostluğun, dostun gedrini bilin, menim balalarım, dostluğun, dostun gedrini bilin. Gedimde ağıl bendler deyibler ki, dünyada üç cür dost var (…). Menim balalarım, dünyada dost gedri bilen bir igid haggında size bir evalat danışmag isteyirem.”[2]
Bu “evalat” kelimesi ahvalât (haller, ahvaller) kelimesinin Azerbaycan Türkçesinde söylenişinden ibarettir. Masalı, bir “hâl” olarak gören bu gelenek, bu türle beraber insanın hem içinde hem de dışında yaşadığı tecrübeleri işlemektedir.
Temsil vermenin, kıssa anlatmanın kutsal metinlerde çok fazla tercih edildiğini ve bunun irfanî öğretide de önemle üzerinde durulan konulardan biri olduğunu biliyoruz. Misal getirmek hakkında Mesnevî’de şöyle denir:
“Misâl getirmek Hakk’a ve O’nun gizli ve açık sırrına vâkıf olanlara mahsustur. Sen bir sırra vâkıf değil ve (kelken) saça, yüze dair nasıl misal getirebilirsin? O, Musa’ya bir sopa görünmüştü ama sırrı belli olunca ejderha kesildi. Öyle bir padişah bile bir sopanın sırrını bilememişken senin tuzağın ve danelerin sırrını bilmen mümkün mü? Misâl, Musa’nın dahi gözünden gizliyken sen bu fodullukla nasıl anlamaya kalkarsın?”[3]
Bu satırlardan hareketle misal getirmenin derinlikli bir şekilde ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Geleneğin kendi içerisinde yükselen sözler aslında onları nasıl okumamız gerektiğine dair anahtarlardır. Bugün aynı şekilde masalların üzerinde önemle durulmaya başlanması, bize onların ciddi, entelektüel ve zihnî verimlerden olduğunu düşündürmektedir. Nitekim Lütfi Filiz hazretleri, bazı masallar üzerinde durduktan sonra “Bu masallar gibi nice masallar uydurulmuştur ve hepsinin amacı da tevhidi anlatabilmektir.”[4] demektedir. Yine Lütfi Filiz’in şu yorumları da masallar açısından oldukça dikkat çekicidir:
“Bu hususta anlatılan masallar vardır. Bunlardan birinde ‘Dünya güzeli, sihirle ejderha haline getirilmiş, sihir bozulunca da o ejderha kılıfının içinden çıkıvermiştir’ diye anlatılır. Burada anlatılan insandır. İçteki güzelliğimiz, sihir ile bu beden kalıbına sokulmuştur ve orada durmaktadır. Sihir bozulursa, o güzellik meydana çıkacak, görünecektir. Sihir cehalettir. O sihrin bozulması ise, kendimizi bilmemizdir ki, tevhidin gayesi de bu, yani bize kendimizi öğretmektir.”[5]
Unutulan Dil
Anlaşılan o ki masallar, misaller (motifler-örmekler) yoluyla insanın iç yolculuğunu konu almaktadır. Nitekim Erich Fromm “Mitoslar ve masallar, kendilerini sembol dili aracılığı ile ifade eden, geçmiş zaman bilgelikleri ve özdeyişleridir.”[6] derken masalların insanlığın bilinmeyen zamanlarına kadar ulaşabildiğini ve onların aynı zamanda bilgeliğimizin sembolik yanı olabileceğini vurgulamak ister. Öyleyse bu bir anlamda bizim masalların ve mitolojinin dilini unuttuğumuzu da ifade eder. Nitekim Erich Fromm’un az önce alıntı yaptığımız eserinin orijinal başlığı olan “The Forgotten Language” da buna işaret eder. Yine aynı yazara göre masallar ve mitolojik unsurlar tıpkı rüyalarda olduğu gibi sembolik bir dille konuşur. Bu semboller, içinde bulunan çağa, ihtiyaçlara, zamana, mekâna göre şekillenirler.[7]
Söz konusu durum özellikle destanlarda çok dikkat çekici bir biçimde yer alır. Destanlardan gelen ses çok katmanlıdır. Görüntü tektir, ama derinliği vardır. Yüzyılların biriktirebildiği anlamlar bu katmanlara uygun bir biçimde yerleşmişlerdir. Çözüm ise bir zaman, belki devir, emek ve tefekkür işidir. Buna en güzel örnek, Dede Korkut Hikâyeleri’dir. Destanlarda yer edinen bu katmanlı oluş çok belirsiz olsa da aslında masallarda da vardır. Ancak masalın katmanları mesela Dede Korkut Hikâyeleri’nde olduğu gibi (Şamanist, mitolojik, İslamî unsurların iç içe geçmesi) eklektik veya belirgin bir özellik göstermez. Masalın katmanları onun anlamının mertebeleridir. Her anlam mertebesi aslında bir masal mertebesidir. Bu durum göz ardı edildiğinde bu sefer metni anlamada ve anlamlandırmada bazı problemler ortaya çıkmaktadır.
Her masalın bir gizemi vardır. Peki her masalın bir gizemi olmalı mıdır? Bu soruya “evet” diye cevap vermek istiyorum. Eğer bu olmazsa elimizde geleneksel anlamda bir masal olmaz. Zaten masal, bir meselesi bulunan metindir. Onu çok basite indirgediğinizde, sembollerinden arındırdığınızda, çözümünü sadece dinleyene bıraktığınızda bu sefer anlatının sihri kaybolur. Bu geleneksel metinlerin devamlılığını sağlayan şeylerden birisi de onlardaki bilinmezlik ve çözüm bekleyen meselelerdir.
Masalları anlamak üzere zaman zaman müracaat ettiğimiz kaynaklardan biri olan Mesnevî’de bu hususta şöyle denir: “Çocuklar masallar söylerler, ama onlar nice nasihatlerin bulunduğu inci kutularıdır. Masallardaki saçmalığı ciddiye al. Yürü, viranede hazine ara!”[8]
Bu sözler masallarda kullanılan dilin sembolik ve bir bağlamının olduğunu gösterir. Söz gelimi masallarda karşımıza ısrarla çıkan yaşlı kadınların sembolik bir değerde olduğu bellidir. Onlar, bu hâlleriyle dünyayı temsil ederler. Nitekim mutasavvıflar dünyayı binlerce erden arta kalmış bir “kocakarı” olarak görürler. Barak Baba’nın sözlerine bir şerh yazan Kutbu’l-Alevî “Yani vakit oğlu ol, aziz ömrünü, erlerin boşanmış karısı olan alçak dünyanın isteğiyle geçirme…” der. Yine aynı şerhte şu ifadelere yer verilir: “Şu işveli dünya kocakarısına gönül verme ki / Pek çok dâmâdın nikâhında bulunan bir gelindir o.”[9]
Bu takdirde masal kavramını çok daha geniş düşünmek gerektiğinin farkındayız. Dolayısıyla masallar pasif değil, anlamını ve temsil ettiği değerleri geleceğe taşıyan aktif metinlerdir. Edebî metnin pasifize edilmesi ve çok edilgen bir seviyeye indirgenmesi son devirlerin bir dayatmasıdır. Sözlü kültürlerde, hâlâ yaşayan şifâhî geleneklerde, anonim ürünlerde metnin hareketi, geçişkenliği, zamana ve mekâna uyum göstermesi hâlâ belli ölçülerde izlenebilmektedir.
Öyleyse masal, dinamiğini günümüze taşıyan çok önemli bir edebî türdür. Ne yazık ki, onu anlamlandırmaya yönelik çalışmaların ve akademik mesailerin Osmanlı dönemi edebî metinlerine uygulanan yaklaşımların genelinde olduğu gibi metni dondurmaya ve pasifize etmeye yönelik hamleler olarak kaldığını belirtmek isteriz. Bu, masalın dinamizmine özde zarar veremese de mesajın algılanmasının, içselleştirilmesinin, bilgi ve hâlin yeni kuşaklara taşınmasının büyük ölçüde önüne geçmekte ve geleneğe ve onun devamlılığına müsaade etmemektedir. Açık olmak gerekirse masallar, şiirler, menkıbeler, efsaneler ve hatta tekerlemeler ne yazık ki hâlâ anlaşılmayı ve çözümlenmeyi beklemektedir.
[1] Fuzuli Bayat, Türk Kültüründe Deli ve Delilik, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2018, s. 76.
[2] Azize Caferzade, Anamın Masalları, Haz. H. Açıkgöz, Y. Akdoğan, C. E. Alışık, H. Develi, H. Tören, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul 1990, s. 16.
[3] Mevlânâ, Mevlânâ, Mesnevî-i Şerîf, Mütercim: Süleyman Nahîfî, Sadeleştiren: Âmil Çelebioğlu, Timaş Yayınları, İstanbul 2008, s. 348.
[4] Lütfi Filiz, Noktanın Sonsuzluğu Üçüncü Kitap, Yay. Haz.: Saim Öztan-Seyhun Besin-Aziz Şenol Filiz, Pan Yayıncılık, İstanbul 1999, s. 521.
[5] Lütfi Filiz, a. g. e., s. 554.
[6] Erich Fromm, Ruyalar Masallar Mitoslar (Sembol Dilinin Çözümlenmesi), Çevirenler: Aydın Arıtan-Kaan H. Ökten, Arıtan Yayınevi 2. Baskı, İstanbul, s. 7.
[7] Erich Fromm, a. g. e., s. 8-9.
[8] Mevlânâ, Mesnevî-i Şerîf, s. 343.
[9] Cemâl Kurnaz-Mustafa Tatcı, Türk Edebiyatında Şathiye, Akçağ Yayınları, Ankara 2001, s. 172.
Bir cevap yazın