ÇOCUKTUM

Dr. Mustafa Tatcı hoca, yazar Leyla İpekçi’nin tabiri ile Yunusça’nın babası. Yunus Emre ve takipçilerine dair devasa bir kültürün emektarı, bir kültür arkeoloğu, iğneyle kuyu kazar gibi sabırla bütün kuvvetini aynı yere vermiş bütün semeresini Taptuk’un dergahına taşımış bir çağdaş zaman Yunus’u… Anadolu nedir, Anadolu Bilgeleri, Yunuslar hangi kültürün içinden yetişir? Haneylerde, ailenin, köyün, ahırdaki ineğin, bahçedeki cevizin, eriğin bir bütün olduğu bizi biz yapan bizlik, birlik düşüncesinin ete kemiğe bürünmüş, yaşayan bir kültür olduğu bir çocukluğu anlatıyor Mustafa hoca. Bu zevkli söyleyişi ABAD Blog sayfalarında bir seri halinde yayımlayacağız. Satır aralarında insana, aileye, çocuk yetiştirmeye, ebeveynliğe dair derslerle dolu bu şahane çocukluğa hep birlikte kulak verelim.

Dr. Mustafa Tatcı
ABAD Blog için anlattı.
29 Ekim 2021

Görgülü Kuşlar Gördüğünü İşler

Efendim Anadolu’da haney diye bir tabir vardır. Han kelimesinden türetilmiş Farsça bir kelimedir. Hani bir de türküsü vardır “haneyler yaptırdım döşedemedim, çifte kumruları eş edemedim” diyor. Haney çift katlı, toprak damlı evdir. Ev tek katlı olursa Ânadolu’da ‘dam’ denir. Ben Denizli’nin Tavas ilçesine bağlı olan Kızılcabölük köyünde -şimdi maalesef mahalle yaptılar- doğdum. Babamın ismi Terzi Mehmet, annemin ismi Fatıma Ana, kısacası Fatmana’dır. Anam, babam haza Osmanlıydılar. ‘Görgülü kuşlar gördüğünü işler’ diyor ya atalarımız hepsi de güngörmüş, güzel insanlardı. Babamı ben beş yaşındayken kaybettim. Dört kardeşiz. En büyüğümüz ağabeyim rahmetli oldu sizlere ömür. Onun küçükleri kızlar. Büyük ablam emekli öğretmen, onun küçüğü eczacı hala çalışıyor. Bendeniz de evin küçüğüyüm. Evin küçüğüyüm fakat bütün dünyanın yükü sanki omuzumda. İşte o haneyde çok güzel bir çocukluk yaşadık.

 

Freud Okumamış Ama İnsanı Bilen Bir Anne

Freud’u okumayan veya Freud’dan haberi olmayan, insan psikolojisiyle alakalı hiçbir kitap-defter yüzü görmemiş ama insanı çok iyi tanıyan bir annenin ve çevrenin elinde büyümüş bir insan…Stres kelimesini üniversite dördüncü sınıfa kadar hiç duymadım, bilmiyorum. Antibiyotik kelimesini de bilmiyorum. Fukaralıktan yediğimiz içtiğimiz her şey doğal. Mesela balın en mükemmelini yiyoruz, fukaralıktan alacak paramız yok. Ekmeğin en şahanesini yiyoruz, yufka halis GDO’su bozuk olmayan buğdaydan. İşte elmanın kurtların tercih ettiği en halisini yiyoruz. Üzümün en halisini, pekmezin en halisini yiyoruz. Hâsılı kelam fukaralıktan dolayı köyde halis bir hayat yaşadık işte o haneyde. Haney enteresan bir yapıdır. Üst kata enfes bir merdivenle çıkılır. Bütün haneyler böyledir. Bunun yaşatılması da lazım parantez içinde söyleyeyim. Sekiz, dokuz veya bilemediniz on ayak bir merdivenle çıkılır. Ortalama basamak sayısı yedidir. Hep manâlıdır bunlar. Geniş bir ‘Hayat’ vardır haneylerde. ‘Hayat’ bugünkü önü açık salondur. Genelde güneye bakar cephesi. Evlerin açık kısmı güneye, kapalı kısmı kuzeye bakar. Küçük küçük pencereleri vardır. Şimdiki zamanda mutfak dediğimiz bir odasında tandır vardır ki biz tandır demeyiz ocak deriz. Analar çocuklarına ilenirken ‘nahandı ocağı tütesice’ derler. Yani ocağı tütmeyesice demezler. Olumsuz bir laf çıkmaz ağızlarından. İşte ‘eşiğe basma Yûnus makamıdır’ diyen bir anne…O şahane hayatı olan, iki odalı haneyde yaşadık. Dört kardeşe aynı yatak serilir, ertesi sabah toplanır. İşlemeli çarşaflar, işlemeli yorganlar… Tek yastıkta yatılır, bütün kardeşler sarmaş dolaş… O sarmaş dolaş yatmanın, beraber olmanın ilerideki kardeşlik, birlik, beraberlik düşüncesine yansıyacağını da belirtmemiz lazım. Hiçbir kardeşimle hiçbir konuda dünya menfaatleri de dâhil kavgamız olmamıştır. Mesela bağ, bahçe, tarla, para, pul mevzularında hiçbir kavgamız olmamıştır. Beraber sarılıp ta yatmanın bilinciyle yetişmemizden kaynaklanıyor.

Daracık Odalarda Yetişen Çocukların Ufku Geniş Olamaz

 

Unutmadan söyleyeyim. Haney, geniş bir alandır, ufku güneye bakar. Sabahları gözün güneşle ve geniş bir ufukla karşılaşır insan. Bugün yüz, yüz elli metrekare evlerimizde en dar odaya çocuklarımızı tıkıyoruz ya işte o söz konusu olmaz haneylerde. Hani Yahya Kemal diyor ya ‘aldım Rakofça kırlarının hür havasını, duydum akıncı cedlerimin ihtirasını’… Şimdi bu çocuklar akıncı cedlerinin ihtirasını duyamazlar. Sebep ne biliyor musun? Ufku dar. Yüz elli metrekarelik bir evin en dar alanında yetiştirdiğimiz çocukların ufku geniş olmaz. Buradan Amerika’yı, buradan uzayı gören, sonsuzluğu gören insan tipi çıkmaz. Bizler analarımızın, ninelerimizin bilmeden, görmeden bize yüklediği bu bozkır kültüründen geldik. Uzatmayalım, burada birkaç tane hususa temas edeyim.

 

Tatcılar Eriği

 

Bir tanesi eskiden sadece yatılırken odalara girilirdi. Onun dışında ‘hayatta’ veya evin bahçesinde geçerdi zamanımızın çoğu. Ben hiç oyunumu içerde oynadığımı hatırlamıyorum. Bahçede hala yaşayan dev gibi bir ceviz ağacımız var. O ceviz bitti ben yeniden bir ceviz diktim. O da abidevi bir ceviz oldu. Ve gene abidevi bir gölgesi ve muhteşem bir yapısı olan, papaz eriği dedikleri bir erik cinsi veren bir ağacımız var. Bu erik köyümüzde bizim lakabımızla anılır Tatcılar eriği diye. O erik koca mahalleye yeter. İşte o cevizin gölgesinde, o nar ağacının gölgesinde yahut ta dut ağacının gölgesinde geçen bir çocukluk. O bahçede tavuklarımız da vardı. Tavuk bazen gurk olur. Bu tabir de bitmiştir, bilinmez. Belli bir mevsimde, havalar ısınınca, anaç tavuğun altına on iki tane yumurta koyarsınız, şahane civcivler çıkar. Ben 6 yaşlarındayken o komşudan yumurta bulurum, bu komşudan yumurta bulurum, şu komşudan yumurta bulurum. Acaba hangisi daha afilli olacak, içinden horoz çıkacak mı, rengârenk filan olacak mı diye bakarım.

Tâbiri caizse bilmeden genetik ilmiyle uğraşmışım. Çünkü bu genetik bilgisi sonradan künetik ilmine dönüşecek. Yani genlerle, künlerle kün demi arasında bir ilginin olduğunu sonra sonra anlayacağım.

 

Çocuk Omuzlarımda Sevdanın Yükü

 

Babam tabi beş yaşındayken vefat etti. Hâsılı kelam çocuklukta altı-yedi yaşlarındayken ‘omuzumda sevda yükü’ dediği gibi aşıkın, benim sırtıma da dünya yükü bindi. Bağ, bahçe işleri bize düşüyor, pazar harcı görmek bize düşüyor. O evde güzel bir çocukluk yaşattı annem. Bizim bu haneylerin üst katında iki veya üç tane oda bulunur. Birisi misafir odasıdır. Orada çarşaflar, yorganlar şimdi hazır ve nazırdır misafire. Pırıl pırıl döşenir. Şimdi fotoğraflarda böyle şark odaları falan var. Biz meğer hep şark odasında yaşamışız da garplı olmak için mücadele etmiş durmuşuz. Yeniden şarka dönmemiz lazım. Işık doğudan yani İslam’ın irfanından gelir. Düzeltelim bunu. Işık doğudan da gelmez. İslam’ın irfanından gelir. Yani hakikat güneşi bize İslam’ın ta derinliklerinden gelecek. Haneyin alt katında iki tane oda bulunur. Bir tanesi ihtiyar odasıdır. Merdivenleri çıkamayacak hale geldiği zaman ihtiyarları tabiri caizse aşağı gönderir evin devam etmesini sağlayan genç nesil. Onun ocağı vardır, vesairesi vardır. O tüten ocak hiç sönmez, söndürülmez. Neden biliyor musunuz? Kibrit denen bir şey yok. Ya kavla yakıyorsun ya da çakmak taşıyla yakıyorsun. Ocak yirmi dört saat tütüyor. Eğer birinin ocağı söndüyse hemen komşudan ateş alıp geliyor. Hızlıca gelip dönene ‘ateş almaya mı geldin otur’ diyorlar. O lafların arka planında böyle şeyler var. O ocak tütecek. Hani İstiklal Marşı’nda da rahmetli Mehmet Akif’in işaret ettiği ‘en son ocak’ mevzuu ta oralara gidiyor. En çok kullanılan odanın altındaki oda nedir biliyor musunuz? Af edersiniz, hayvan damıdır. Yani inekler, merkepler o odada, o bölümde beslenir. Evin sahibi sürekli onun nefesini koklar durur, yoklar durur. Yani aşağıdaki ineğin nefesini yoklar durur acaba hasta mı, sağ mı diye. Neden biliyor musunuz? Bu haneyin, bir bütünün parçalarıdır onlar. Yani ‘dağlar ile taşlar ile çağırayım Mevlam seni, seherlerde kuşlar ile çağırayım Mevlam seni ‘ diyen Yûnus’un kültürü sinmiştir. Yani böyle bir çocukluk.

 

devam edecek…

Diğer Yazıları

Muhafazakâr Ruh Hali

Ardına bakarak yürüyor. Gözü hep arkada. Kolayca kopamıyor. Eski sevgilinin elleri avucundan sıyrılırken, kokusu, sıcaklığı, teri, tuzu kalıyor. Şarkılar, şiirler, ağaçlar, yollar, parklar hep aynı şeyi hatırlatıyor. Bırakıp gidecek, unutacak [...]

Ergin Aydın’ın Kitapları

"Bir Edebiyat Öğretmeni’nin Gözünden Memleket."   "Sıradan Adamlık"'tan kaçarak başladığı hayatta herkes gibi, herkes kadar, “sıradan” olmanın erdemini kavramış, insan olmanın, öğretmenliğin, babalığın, dostluğun, evlatlığın, kardeşliğin, mücadelenin hasılı dolu dolu [...]

İÇLİ BOZKIR HİKAYELERİ

  Bozkırın sesini en oynak, en kıvrak, en eğlenceli, düğünlü, kaşıklı, havalarından, insanın böğrüne hecin devesi gibi çöken hüznüne, çaresiz garipliğine, yoksulluğuna, hançereyi yırtan adamda ciğer bırakmayan en yanık bozlaklarına [...]

AŞK

Aşk bir hayat sigortası değildir ya da araç kaskosu. Konforlu lüks bir yaşam, kazasız bir yolculuk, dikensiz bir bahçe değildir. İşimiz rast gitsin, gezelim tozalım, birlikte yiyip içelim, sofralar düzelim, [...]

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir