BERAAT ETMEK

Aslınur Akdeniz Brehmer’in kaleminden bir Berat yazısı. Kandillerin her biri insanın kendi olma yolculuğunda soluklandığı duraklar. Her biri yolu yepyeni bir ziya ile aydınlatan yeni idrak biçimleri. O yüzden yıl içinde dönüp duruyor kandil günleri, her an, her gün doğumu, her gün batımı  kendi kandiline yürüyor ağır ağır…

“Bir de musibet anında kalbi huzurlu olan nice razı insanlar vardır. Zorluktan beri olmak da, huzursuzluğu yani güvensizliği ve imansızlığı yaratan her ne var ise (bir inanç kalıbı, koşullanma, direnç, korku, öfke, aslında nefsin türlü hallerinden gelen enaniyet) onları görebilme, görebildiklerini pişmanlık ve tövbe meclisine serinlikle ve mahcubiyetle buyur edip onlarla oturup konuşabilme cesaretini göstermektir. Kişinin aslında nasıl bir durumda olduğunu gerçekten dürüstlükle ve şeffaflıkla fark etmesidir.  Kişinin kendine “yakıştıramadığı ve nefsinin kendine konduramadığı” halleri  bir düşman ve öteki olarak görme tutumu onu ayrılık hikayesine düşürür çünkü burada taraftarlık ve fanatizm hali vardır: kişinin o anda kendisine hoş gelen hislere, hallere ve dahası “kendine yakıştırdığı hallere ve ideallere” tutunması. Yüzünü sadece ışıklı yerlere çevirip sırf metafizik dünyada eğleşerek hakikat devşirmeye çabalaması. İşte asıl musibet beşerin iç dünyasında yaşanan bu ayrılık, ikilik, parçalanmışlık, dağılmışlık ve perişanlıktır. Belki de beri durmamız, uzaklaşmamız gereken şey, bu ayrılık hikayesine sebebiyet veren alışkanlıklarımız, yargılarımız ve bütüne zarar verdiğini artık fark ettiğimiz hükmetmeye ve kontrol etmeye dayalı nefsin emirleridir. Enaniyetin ta kendisidir. Boşa dememiş büyüklerimiz “Benliğin en büyük günahındır.” diye.

Aslınur Akdeniz Brehmer
ABAD Blog'la paylaştı.
21.03.2022

Hicri takvime göre yeni bir gün, gün batımıyla birlikte başlar ve bir sonraki gün akşam ezanı ile sona erer. Yani bugün, 17 Mart Perşembe günü akşam ezanı ile birlikte Recep 15’e merhaba diyor ve Berat kandilini Cuma akşamına kadar ağırlıyor olacağız.

Beratın aslı beraettir. Beraet kelime manasıyla bir zorluktan, yükümlülükten  kurtulmak o zorluktan “beri” yani uzak olmak anlamına gelir. Bir diğer manasıyla borçtan kurtulmak, temize çıkmak, aklanmaktır. Beraat edenler yani ebrarlar iyilik zümresindendir.

İnsan neyden beraat eder? Onu kirleten şey nedir ki aklansın? Taharetin buradaki işlevi nedir? Niye her şeyin başı temizlik?

Şaban ayı rıza kapısı ile birlikte okunmalı. Rıza halinde olan insanın yaşadığı olumsuzluklara ve acılara ızdırap adı verilmez.  Sehl-i Tüsteri “Rızaya ulaşınca huzur meydana gelir. Ne mutlu onlara, akıbetleri ne güzeldir onların” (Ta’arruf 72) demiştir. Benim ızdıraptan anladığım şey insanı kendisindeki ve çevresindeki varlıklarda bulunan ilahi özden maddi manevi uzağa düşüren benlik iddiasından gelen halleridir. Bu ayrılık hali, kişiyi ve bağlantıda olduğu her şeyi ızdıraba sürükler. Bu, asıl musibettir.

Bir de musibet anında kalbi huzurlu olan nice razı insanlar vardır. Zorluktan beri olmak da, huzursuzluğu yani güvensizliği ve imansızlığı yaratan her ne var ise (bir inanç kalıbı, koşullanma, direnç, korku, öfke, aslında nefsin türlü hallerinden gelen enaniyet) onları görebilme, görebildiklerini pişmanlık ve tövbe meclisine serinlikle ve mahcubiyetle buyur edip onlarla oturup konuşabilme cesaretini göstermektir. Kişinin aslında nasıl bir durumda olduğunu gerçekten dürüstlükle ve şeffaflıkla fark etmesidir.  Kişinin kendine “yakıştıramadığı ve nefsinin kendine konduramadığı” halleri  bir düşman ve öteki olarak görme tutumu onu ayrılık hikayesine düşürür çünkü burada taraftarlık ve fanatizm hali vardır: kişinin o anda kendisine hoş gelen hislere, hallere ve dahası “kendine yakıştırdığı hallere ve ideallere” tutunması. Yüzünü sadece ışıklı yerlere çevirip sırf metafizik dünyada eğleşerek hakikat devşirmeye çabalaması. İşte asıl musibet beşerin iç dünyasında yaşanan bu ayrılık, ikilik, parçalanmışlık, dağılmışlık ve perişanlıktır. Belki de beri durmamız, uzaklaşmamız gereken şey, bu ayrılık hikayesine sebebiyet veren alışkanlıklarımız, yargılarımız ve bütüne zarar verdiğini artık fark ettiğimiz hükmetmeye ve kontrol etmeye dayalı nefsin emirleridir. Enaniyetin ta kendisidir. Boşa dememiş büyüklerimiz “Benliğin en büyük günahındır.” diye.

Bu ayrılık hikayesine ben, benliğim ile nasıl katkıda bulunuyorum? Dünyanın içine düştüğü bu krizde, parmak salladığım ve arkasından tonla laf ettiğim kişilerden zuhur eden hallerde benim payım ne? Bu hallerden bende de olmadığını düşündürten tarafım neresi? sorularını sorma zamanı bugün. Beraat kandilinde Allah’ın tevbe kapılarını açıyor oluşu, günahların silindiğinin belirtilmesi, borçlardan kurtulma ve temize çıkma davetleri insanın kendi gölgeleriyle ve benlik iddialarıyla karşılaşabilmesi için gerekli koşulların bu gece daha derinden, güçlü ve aynı zamanda Allah’ın şefkati, merhameti ve kolaylığı ile sunulmasıdır. Daha önce belirttiğim gibi kutsal alanlar ve ritüeller insanın bu tür iç gözlemleri aracılığıyla kendi gölgeleriyle  ve nefsani halleriyle karşılaşmalarını güvenli bir alanda mümkün kılan çerçeveleri ve altmetinleri içerir.

Tevbe kapısı affedicilik kapısıdır. İnsanın enaniyetiyle karşılaşması en kötü ve pis olarak algıladığı ve sakladığı yönleriyle yüzleşebilmesi için öncelikle kendine karşı affedici olması yani kendini bir şey zannetmeyi bırakması lazımdır. Kendini affedemeyen insanlar genellikle belli bir ideale göre kendilerini var olmaya zorlayan yani bir put gibi kendilerini yontmaya çalışanlardır. Çalıştıkça ellerindeki bıçağın ucu körelir. Sonunda hiçbir şeye benzemeyen bir halde buluruz kendimizi; Yaradan’a teslim olmaktansa yaratmaya yeltendikçe. Kendi kendine sebep olduğun zorluklardan nasıl beraat edeceksin? Kendine biçtiğin sahte yükümlülüklerden ve omuzlarını çökerten yüklerden ne zaman azad olacaksın?

Beraat kandilinde edilen dualarla ve dilenen aflarla aslında bu putlardan temizlenme şansı verilir bize. Kişi kendini kolay kolay affetmez ama Allah’ın rahmeti gazabını geçmiştir. Her an Rahman ve Rahim sıflatları ile bize ihtiyacımız doğrultusunda ne gerekiyorsa vermekte ve neyi terk etmemiz gerekiyorsa onu bizden almaktadır. Allah’ın merhamet sıfatında bir eksiklik yoktur, problem insanların gönüllerinin hem kendilerine hem de tüm yaradılışlara karşı kaskatı kesilmesi; bölücülükten, çevresini yargılamaktan, kötülemekten ve defterini dürmekten müthiş keyif almasıdır. Hakkın tüm sıfatları insanda açığa çıkar. Fakat bunun için beşerin insan olması gerektir. Beşer vasfındaki mahlukatlarız ve ilahi sıfatları kendimizde perdeliyoruz; hem ağzımıza kadar benlikle ve senlikle dolu olduğumuzdan hem de hükmetmek ve saltanat davası ile Hakkın isim, sıfat ve fiillerini sahiplenip varlık ve sahiplik davası güttüğümüzden. Bu sebeptendir her işin başının temizlik olması ve temizliğin imanın yarısı olması. Hem zahiren hem de batınen. Zahirden başlamayı kendilerine yakıştıramayanların sırf batını temizlikten dem vurup kalplerinin  temiz olmasına ve zaten özlerinin pür-i pak olmasına sığınmaları belki sırf bir aldatmacadır.

İşte insan, tüm bu nefsani ve zelil hallerini kendine itiraf eder,  gönlündeki sızı ile bu hallerden mahcup ve pişman olur ve o anda elinden geldiği kadar ettiği tövbeden- kendini kırbaçlamadan ve daha fazla olmalı güdüsüyle yarış atı gibi kendini meydana sürmeden-razı olursa kendini affeder. Tövbeyi bile idealize etmişiz ya hu, el insaf. Sen beşersin, içinde kainatları taşısan da aynı zamanda-en azından şu anki mertebende- küçük bir noktasın. İnsaf et haline. Zorlaştırma işini. Merhamete gel ve kendini Allah’ın tasarrufuna bırak ve rahat et. Acziyetinle barış. Kul olana sultanlık verilir. Sultan olmaya çalışana değil.

Kişinin kendini affetmesi demek, “Allah’ım nasıl zelillikler ettiğimi gördüm, içimle de dışımla da savaşmayı bırakmaya niyet ettim.” diyip silahlarını yere bırakması ve yüzünü selamet evine dönmesidir. Kendindeki henüz olmamış yerleri ve hamlıkları kabul eden kişi affeder kendini. Affederse de kendine ve de bütüne hizmet etmeyen hallerini dönüştürmek için üzerine düşen sorumlulukları alır. Affetmek tövbe edip bir kenara çekilmek ve Allah yapsın bundan sonrasını demek değildir. Sen çekil aradan, görünsün Yaradan. Görünenlere iştirak etmektir mesele, gölge etmek değil.

Bu şekilde Beraat kandilini (hem 15 Recep’te hem de yaşam yolculuğunun tamamında yani ân-ı daimde yaşamaya gayret eden kişi) bir borç gibi üzerinde taşıdığı o hislerle karşılaşmış, yüzleşmiş, ağzının payını, yolunun azığını almış şekilde Allah’ın iradesi ölçüsünce temize çıkar ve aklanır. Abdest tazeler. Aslında onun meselesi aklanıp aklanmadığını kesin bir şekilde öğrenme çabası değildir, sonuç da devşirmez. Onun için önemli olan şey, bu eksik ve kusurlu hallerini ve acziyetini sonunda dillendirebilmesi ve hükmü ve kontrolü Gerçek Sahibi’ne vermiş olmasıdır. Gerçek Olan Tek Varlığın hükmüne girenin de, onun vereceği hükmün ne olacağına dair endişeleri, kaygısı ve hatta merakı bile olmaz. Razı olan nefs, aklanmıştır vesselam.

Aslında hep temiz olan o özün üzerindeki toz tabakası bir nebze daha kalkmıştır. Gözlerin önündeki perdeler biraz daha aralanmıştır. Gereğinden fazla açılmış olan gözlerin üzerine de giz perdesi inip onu tesettürü ile koruma altına almıştır. Bileyim, idrak edeyim, sırra vakıf olayım diyen kardeşim! Kendine zulmetme, gel yolun en başına, Hz Peygamber’in “Ben ibadetin az da olsa istikrarlı olanını severim.” düsturunca haddini bilerek, minik ama kararlı adımlarla, zaten senin için halihazırda konulmuş olan yolu yürümeye gayret et. Kendi başına icatlar çıkarma, yolu sarpa sardırma. Tabi ol ve kurtul.


Terzi Baba’ya (Necdet Ardıç) göre “birinci manada berat; kişinin, Hakk’ın emir ve yasaklarına uyup bedensel boyutta yaşamını, bu kurallar üzerine bina edip isyan etmeden, günaha girmeden, her varlığa iyi bir muamele ile sürdürmesidir. Bunun karşılığında kazanacağı Rabbinin hoşnutluğu, onun berat’ı olacaktır. Bu genel hükümdür. Birinci berat günahtan, isyandan kurtulmaktır. İkinci berat ise kendinde var zannettiği benliğinden kurtulmaktır. Birinci beratı gerçekleştiren kişi iyi bir insan olur. İkinci beratı gerçekleştiren kişi ise “kendini bulan bir insan” olur.”

“Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda infak etmedikçe “birra” iyiliğe eremezsiniz, muhakkak ki Allah onu bilir.” Ali İmran 92

“Yüzleriniz! doğuya ve batıya çevirmeniz Berr (iyilik) değildir. Ancak berr, Allaha, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere iman etmek, sevdiği mallarından yakın akrabalarına, yetimlere, fakirlere, yolculara, dilencilere ve kölelere dağıtmak, namaz kılmak, zekat vermek, söz verdiği zaman sözünde durmak, sıkıntılı zamanda zorlukta ve sıkıntıda sabretmektir. İşte bunlar doğru kimselerdir ve bu kimseler muttakilerdir.”  Bakara 177

Terzi Baba’ya göre: “Ber’at gecesi sadece senede bir defa gelen bir gece değil “kendine ulaşma” yolunda büyük bir aşamadır. Kişi kendine ulaşamazsa Hak’ka da ulaşmasına yol yoktur. Birimsel varlığın Hak yolunda en büyük engeli kendine ulaşamamasıdır. İşte bu nedenle burası bir yol ayrımıdır. Burada ya benliği ile hayatını sonuna kadar sürdürür, Hak’tan ayrı düşersin veyahut kendini aradan kaldırır, gerçek batını “berr”e ulaşır beratını alırsın: İşte o zaman kıblen değişir, gerçek kıblene dönersin. Özel hitapların gelmeye başladığı yer burasıdır. Onun için Kuran-ı Keriym bu gecede dünya semasına inmeye başlamıştır, bir başka ifade ile senin gönül semana ilahi hakikatler inmeye başlar.” (Mübarek Geceler ve Bayramlar)

“Ey tatmin olmuş, huzur bulmuş nefs! Sen ondan razı o da senden razı olmuş olarak Rabbine dön” (Fecr 27-28)


 

Bu gece aynı zamanda yaradılanların senelik rızıklarının ve ömürlerinin takdir edildiği söylenir. Bizim işimiz, Allah’ın takdiratına tesir etmeye çabalamak değil, onun takdir ettiği şeyin tesirine girebilmek için kendimizi temizlemek yani boşaltmaktır. Boşal ki açılsın senden ilahi tecelliler. Bugün, geri kalan ömrünün ilk günü değil mi zaten? Bu bilinçle yaşayanlara ibn’ul vakt, vaktin çocuğu denmiyor mu? Sen de, vakit her neyi gerektiriyor ise, kendi planlarınla bu hükümlere gölge düşürme ve hangi vazifen var ise onu tut. Yani kendi işine bak. Gönlüne hoş gelen ilham ve manalar, inşallah nasibince o küçük gibi görünen vazife ve ibadetlerin içinden açılıversin.

Sen yeter ki yüzünü kıblede tutmaya gayret et. Bak, bu gecenin ertesi günü Kudüs’ten Mekke’ye dönecektir kıblenin yönü. Yani çokluk tecellisinden teklik tecellisine. Mekke, zat tecellisidir. İsim, sıfat ve fiillerin bir araya geldiği o noktada, o Muhammedi ahlakın potasında eriyebilmek ve çokluğun içinde sadece ama sadece O’nu görmek duasıyla.

Bu gece kendinle en savunmasız ve samimi bir yerden buluşmaya ve sendeki O’ndan razı olmaya niyetli misin?

Ne demiş Bursalı Aşık Yunus:

İlâhî cennet evine 
Girenlerden eyle bizi
Yarın orda cemâlini 
Görenlerden eyle bizi

Mahşerde halk ola üryân 
Çok yürekler ola püryân
Arşın gölgesinde seyrân 
Edenlerden eyle bizi
 
Yâ Hayy ü Yâ Kayyûm Samed 
İhsânına yokdur aded
Firdevs bahçesinde ebed 
Kalanlardan eyle bizi

Şu dünyânın cefâsı çok 
Kimi aç gezer kimi tok
Şol mîzânda sevâbı çok 
Gelenlerden eyle bizi
 
Bakma dünyânın vârına 
Düşüp dâim Hakk yoluna
Berâtını sağ eline 
Alanlardan eyle bizi

Mü’minlere rahmet ola 
Münâfıklar mahrûm kala
Yûnus eydür doğru yola 
Gidenlerden eyle bizi
 
Bursalı Âşık Yûnus
Kuddise Sırruh
Aşağıdaki linkten,  çok sevdiğim Muzaffer Özak Efendi’nin zikir meclisinde bu ilahiyi dinleyebilirsiniz.

https://defter-i-ussak.blogspot.com/2017/12/ilahi-cennet-evine-girenlerden-eyle-bizi.html

Beratını sağ elinden alanlardan olmak duasıyla, hayırlı kandiller diliyorum tüm taliplilere.

“Ha mim. Apaçık olan Kitap’a and olsun ki. Biz onu, kutlu bir gecede indirdik. Doğrusu biz, insanları uyarmaktayız. Katımızdan bir buyrukla her hikmetli işe o gecede hükmedilir. Doğrusu biz öteden beri peygamberler göndermekteyiz. Eğer kesin olarak inanırsanız bilin ki, bu senin Rabbinden göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbinden bir rahmettir. O, işitendir, bilendir. O’ndan başka ilah yoktur, diriltir ve öldürür. Sizin de Rabbiniz önceki babalarınızın da Rabbidir.” (Duhan, 1-8)

Diğer Yazıları

YERYÜZÜNDE YALINAYAK

İçten dışa, dıştan içe; seferlerimiz... Yeni yılın ilk yazısı Leyla İpekçi'nin kaleminden. Dünya, bütün hikayemiz burada, yol arkadaşlığımız. Çıkıp gidemeyeceğimiz içimiz dışımız. Kimine cife, zindan, cehennem. Kimine cennet. Kimine ateş [...]

BENLİK KİBRİ; ÖĞRENMENİN ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGEL

Ben bilirim egosu. Bilmeyi kartvizite, unvana, diplomaya, sertifikaya sıkıştırmak.  Kendimizi bilmekten, varlığa faydalı olmaktan çok adımızdan söz ettirmek, unvan, itibar, makam için  öğrenmek. Leyla İpekçi öğrenmenin, bizi aslımızla sürekli irtibat [...]

ÖĞRENMEK KALPTEN KALBE GEÇİŞTİR

ABAD Blog'da Genç Bilgeler diye bir köşemiz var. Leyla İpekçi'nin iki yıl önce kaleme aldığı ama hala dün yazılmış gibi güncelliğini koruyan bu çok önemli yazı dizisinden derlenen kesitler işte [...]

ÇÜNKÜ HARFLERDE “İNSAN” SAKLIDIR

"Yazarken hep sevdiğimle beraber olmak için yazarım. Aşk duygumun tecellisi bu yüzden yazmakla zuhur eder. Yıllar içerisinde dünyaya, hayata ve insanlığa dair en dip manâları hep kalemimin ucundan sayfalarıma indirdikçe [...]

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir