Âşıklar Diyârı’na gitmeye niyetlenmiştik. Birkaç hafta boyunca içimizde beslediğimiz niyetin şevki ile nihayet yola koyulduk. Bu günü Âşıklar Diyârı’nda ihya edecektik. Döğer’de “Bismillah” deyip İhsaniye’ye geldim. Burada Erhan Yüksel hocayı aldıktan sonra yolumuza devam ettik. Afyonkarahisar-Akören hattında yol çalışması bulunuyordu. O sebepten Yukarı Tandır Köyü üzerinden Gazlıgöl’e geçmemiz gerekiyordu. Yol boyunca yemyeşil uzayan tarlalar, sıra sıra ağaç dizileri, masmavi gökyüzü insanın göz zevkini okşuyordu.
Çok tatlı bir bahar havası vardı. Yol üzerinde geçen sene ikinci kez sınıf tekrarına kaldığı için okulu bırakmak zorunda kalan öğrencimiz İbrahim Ardıç’a rastladık. Birlikte Afyon’a kadar geldik. İbrahim, burada işe başlamış. Sınıfta çok efendice ders dinleyen, okulu bırakmasını hiç istemediğim öğrencilerden biri idi. İbrahim’i üniversitenin önünde bıraktıktan sonra İzmir yoluna döndük. Erhan Hoca’ya “İbrahim’den İsmail’e geçebilecek miyiz?” diye takıldım. Erhan Hoca da güldü. Ne demek istedim, ben biliyor muydum? Ağzımdan böyle bir kelam çıkıvermişti.
Yola revan olduk. Âşıklar Diyârı’na yaklaştıkça manzara iç açıcı bir hâl almaya başlıyordu. Yeşil tarlalar mesafeler boyunca uzuyor, yer yer ormanlar gözüküyor, köyler ve tabiat koyun koyuna uzanıyordu. Güneş yükseldikçe içimiz ısınıyordu. Bu masmavi gök kubbenin altında muhabbetin her iki anlamıyla beraber yol alıyorduk. Aslında bizi neyin beklediği konusunda pek fikrimiz yoktu. Şehri ziyaretti kastımız.
Erhan Hoca’yla ikimiz ilk defa Âşıklar Diyârı’na gidiyorduk. Erhan Hoca, Eskişehirliydi. Sadık azizi ve özellikle Mustafa Tatcı hocayı tanıyor ve takip ediyordu. İçinde onun da bir kaynama vardı. Derdi olan insanlardandı. Ve bu yüzden sürekli okuyordu. Birbirimize ayna olmuştuk bir yıl boyunca. Bazen o söylüyor ben dinliyordum, bazen ben söylüyorum o dinliyordu.
Yol boyunca güzelleşen, yeşilin bin bir tonu ile önümüzde uzanan manzaranın güzelliğine kapılmıştık. Çiftlik denilen bir mevkiye geldiğimizde rüzgârgüllerinin meydana getirdiği enfes bir manzaraya tesadüf ettik. Ülkemiz her hâliyle zenginleşiyor, güzelleşiyor ve güçleniyordu. Bu, yol boyunca gördüğümüz yerlerde belirgin bir hâl ile karşımıza çıkmıştı. Nihayet Âşıklar Diyârı’na yaklaşmıştık.
Âşıklar Diyarı
Şehre girer girmez arabayı park etmek için bir yer aradık. Arabayı “Yüce Otapark”a teslim ettikten sonra Âşıklar Diyârı’nı yürüyerek gezmeye başladık. Bir şehri en iyi gezmenin yolu herhalde onda kaybolmaktır. Biz de burada kaybolmaya baştan razı idik. Gönül navigasyonu bizi nereye götürürse oraya gidecektik. Öyle niyetlenmiştik. Nitekim şehri bu düşünceyle adımlamaya başladık. İster istemez Hacı Bayram-ı Velî hazretlerinin “Nâgehan bir şâra vardım / Ol şârı yapılır gördüm / Ben dahi bile yapıldım / Taş u toprak âresinde” mısralarını hatırladım. Bir şehir yapılırken biz dahi birlikte yapılıyorduk. Harcına ne karışmışsa insanın gönlüne o aksediyordu. Nitekim Âşıklar Diyârı’nın harcında aşk olmalıydı ki, ilk duyduğumuz şey bitimsiz ve tarifsiz bir huzur oldu. Gönülden derhal bir âşinalık kuruldu şehirle. Sanki daha önce gelmişiz, bu şehre aitmişiz gibi…
Nitekim bu düşüncelerime Erhan Hoca da katılıyordu. O da beklediğinden çok farklı ve güzel bir şehirle karşılaştığını söylüyordu. Önce valiliği ziyaret ettik. Buradaki devâsâ heykeller dikkatimizi çekti. Valiliğin önünde biraz soluklandıktan sonra araç trafiğine kapatılmış geniş caddede yürümeye başladık. Sabahın ilk saatleriydi ve caddeler, sokaklar kalabalık değildi. Yürümeye devam ettik. İlk olarak Ulu Cami’ye geldik. Burada restorasyon çalışması olduğu için içeriye giremedik. Hemen ileride ismini sıkça duyduğum Burma Camii vardı. Cami o çok şirin hâli ve burmalı minaresi ile klasik Türk mimari anlayışının özelliklerini yansıtıyordu. Nerede okuduğumu hatırlamıyorum fakat bu tarzın Anadolu’ya Orta Asya’dan geldiği söyleniyordu. Afyonkarahisar’daki İmâret Camii de bu tarz bir minareye sahipti. Camiinin etrafını dolaşırken hemen kıble tarafında halkın Yürüyen Dede adını verdiği bir erenin kabri dikkatimizi çekti. Bu kabrin şehre ismini veren Hüsâmeddin-i Uşşâkî hazretlerine ait olduğunu öğrenince çok şaşırmıştım. Huzurunda derhâl niyaza durduk. Hüsâmeddîn-i Uşşâkî hazretleri 1475’te Buhara’da dünyaya gelmiş. 1593’te Uşak’ta göçmüş. Hazretin, Uşak’a bir rüyâ üzerine geldiğini Mahmud Erol Kılıç’ın “Anadolu Tasavvuf Tarihine Notlar” kitabından okumuştum.
Sonra camiyi ziyaret ettik. Çok müreffeh ve insanın gönlünü olduran bir atmosferi vardı. Tahiyyat-ı mescidi edâdan sonra Erhan Hoca’yla, camii içindeki sembolizm hakkında konuşmaya başladık. Buradaki mânevî ve tarihî havayı teneffüs ettik. Sonra camiinin bir kitabesinin olması gerektiği hatırımıza geldi. Fakat cami önüne çekilmiş tentelerden bir süre kitabeyi göremedik. Sonra kitabenin fotoğrafını aldık. Kitâbe şöyleydi:
Çün harâbe müşrif oldı bu câmi‘ ey hümâm
Hoş delâlet kıldı ta‘rîne Abdullah ‘imâm
Hayra sâ‘î oldugı içün ol ‘azîz-i muhterem
Yeğinle buldu hayâtı kubbe şadırvân cân
Çün minâre giyicek başına bir zerrîn külâh
Dedi târihi bir müferrih cami‘i oldı bu tamâm
Caminin tarih mısraı Hicrî 1185, Milâdî 1769 senesini işaret ediyor. Dolayısıyla 18. Yüzyılın yarısından sonra inşa edilmiş, hâsılı mütevazı mimarî üslubuyla çok güzel bir eserdi Burma Camii.
Tabelada Atatürk Müzesi’ni işaret eden istikamete doğru yürümeye başladık. Niyetimiz müzeyi ziyaret etmekti. Gittikçe eski evler dikkatimizi çekti. Bir bakırcı dükkânının yanından bir sokağa girdik. İleride bir camii minaresi dikkatimizi çekti. Bu Kurşunlu Camii idi. O da restorasyondan geçiyordu fakat onu nispeten ziyaret edebildik. Camii önündeki eski mezar taşları dikkat çekiciydi. Etrafta konak tarzı yapılar ve Osmanlı mimarisi tarzında eski evler gözüküyordu.
Yürümeye devam ettik. Bu sefer Kargıcı Camii’ne gelmiştik. Bu camiyi Mustafa Hocamızın zaman zaman bahsettiği Tahsin Çakmak Ağabeyden biliyorduk. Burası onun “Alçak Amerika” diyerek elindeki bastonu fırlattığı yer idi. O sebepten buraya gelmeyi çok istiyorduk. Caminin hemen yakınlarında Cemâleddin Kunat azizin evi olduğunu işitmiştim. Fakat rahatsızlık vermeyelim, diye ziyareti düşünmemiştik. Yolumuzun bu camiye çıkması bizi çok sevindirdi. Caminin avlusuna girdik. Burada biraz dinlendik. Bu camii Uşak’ın en eski camii imiş. Bilahare önündeki yedi adet atkestanesinin Cemâleddin Kunat aziz (k.s.) tarafından diktirildiğini öğrenecektik.
Cemalettin Aziz ömrü boyunca sırlı yaşamış, dervişanının irşadı ile meşgul olmuştu. 15 Mart 2013 yılında vefat eden Azizin Elmalıdere mezarlığındaki kabrini ziyaret etmeye niyet ettik. Arabayı mezarlığın girişine bıraktıktan sonra “Destur” deyip içeriye süzüldük. Mezarlardaki kaidelerden ziyade yeşillik hâkimdi burada. Gören “Buradan Hızır geçmiş!” dese yanılmazdı herhalde. Gerçi “Hızır’ın gezdiği yerde ot biter.” derler. Hazret-i azizi ziyaret ettik. Huzurda niyaza durduk. Birkaç dakika hiçbir şey söylemeden öylece ve huzur içinde kaldık. Yaşayan ölülerden ziyade göçen erenlerin manasının canlı olarak yaşadığı bir yerdeydik şimdi.
Cemâleddin azizin kabrinin sağ tarafında yine Yakup Baba’nın dervişanından 1966’da vefat eden babası Ahmet Kunat hazretlerinin kabri vardı. Kendisi Çanakkale gazilerindendir. Mustafa hocamız zikri-i şerifle meşgul olduğu küçücük evinin duvarlarını gül suyu döküp öyle badana yapan Ahmet Kunat Çavuş’u zaman zaman anlatırdı. Bu Allah’ın nimetleri yanında ne güzel bir şükür ifadesidir!
Âşıklar Diyârı, şimdi böylesine güzelse 15 Mart 2013’ün öncesinde nasıldı, diye düşünmeden edemedim.
Kabirlerin hemen sol yanında Cemâleddin Kunat azizin hayatı ve nutk-ı şeriflerinin bulunduğu bir kitâbe vardı. Hazretin kelâm-ı kibârlarından bazıları şöyledir:
“Derdimiz devletimiz.” “Allah devletimimize içten ve dıştan zarar vermek isteyenlere fırsat vermesin.” “Dünyayı şimdi tartsan, bir de biraz sonra tartsan hafiflediğini görürsün.” “Âşık-ı Hak araştırıcı olmalı.” “İki işimiz vardır; biri sizi idâre etmek, diğeri âlemi idâre etmek.” “Şabân-ı Veli’nin evlâdı maddî ve manevî sahada mesut değilse kendini tetkik etsin! Yolda kusur olmaz, kusur kendindedir.” “Sırrı faş edenin sırrında bereket olmaz.” “Seyr ü sülûk; her şeyde tek tek Allah’ın varlığını görmektir.” “Evveline bakma, ortasına bakma, sonuna bak.” “Bizim yolumuz, tüm yolları kapsar.” “Kimsenin işine karışmayız, kimseyi de işimize karıştırmayız.” “Velayet hedeftir.” “Ayet el-kürsi erenlerin diplomasıdır.” “Peygamberimizde gördüğün bir şeyi taklit etmek, tahkikin ta kendisidir.” “Taş atan bizdendir, attıran bizden değildir.” “Bilen söylemez, söyleyen bilmez.” “Kulum, sakla beni, saklayayım seni.” “Hızır’ın gezdiği yerde ot biter.”
Âşıklar Diyarı’ndan Afyon’a…
Bu yolculuk esnasında ruhumuz dinlenmişti. Nedense Afyon gerilimin fazla olduğu bir yer. Burası adeta ekonomik bir merkez. Fakat Âşıklar Diyarı, bir aşk merkezi idi. Rahatlamış ve sıla-i rahim yapmış gibi ferahlamıştık.
Uşak’ı çarşısını, tarihî evlerin yoğunlaştığı yerleri dolaştıktan sonra bir yerde yemek yedik. Sonra aracımıza binip Âşıklar Diyârı’na veda ettik.
Bir cevap yazın